Kurlarda artış, rezervlerde azalış

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Merkez Bankası rezervleri 14-21 Kasım arasında 6.5 milyar dolar kadar azalarak 116 milyar doların altına gerilemiş bulunuyor. (2 sene önce, döviz rezervlerimiz 135 milyar dolar civarındaydı.) Eski zamanlarda kısa sürede rezerv azalmasının genelde tek bir sebebi olurdu: Merkez Bankası’nın piyasaya (veya bazen doğrudan devlet kurumlarına) döviz satması. Ancak, rezerv opsiyon mekanizması (ROM) devreye girdiğinden beri, bankaların döviz olarak yatırdıkları zorunlu karşılıklardaki azalma da toplam rezervleri azaltmakta. Nitekim son dönemde görülen döviz rezervindeki azalmanın tamamı bankaların Merkez Bankası’na yatırdıkları dövizlerdeki azalmadan kaynaklanmakta. Merkez Bankası’nın bankaların zorunlu karşılıkları çıkarıldıktan sonra kalan net rezervleri ise 33 milyar dolar civarında seyrediyor. (Bunun yaklaşık yarısı da “altın” şeklinde.)

Esasen ROM’un amaçlarından biri de döviz arz-talep dengesini otomatik olarak bir miktar stabilize etmek( ti). Şöyle ki, döviz kurları hızlı bir şekilde yükselince bankaların TL mevduatları için tutmak zorunda oldukları döviz miktarı azalıyor, bu da bankalara bir miktar döviz likiditesi sağlıyor. Ancak, 15 Temmuzdan sonra Merkez Bankası kendi nezdinde depo edilecek dövizlere karşılık bankalara sınırsız miktarda Türk Lirası vereceğini deklare etti. Bu şekilde kısa sürede Merkez Bankası kendine 10 milyar dolara yakın kısa vadeli döviz kaynağı yaratmış oldu. Atıl kalıp piyasaya yayılacak olan dövizler Merkez Bankası’nda kaldı. Bankalar ise döviz karşılığında yüzde 8.25’ten aldıkları TL’leri piyasaya sürdüler. Yani, Merkez Bankası FED faiz artışı ve dolayısıyla gelişen piyasalardan döviz çıkışı beklenen bir dönemde piyasadaki döviz miktarını azaltıp, TL miktarını artırmak gibi yanlış bir strateji uyguladı. (Salı günü itibariyle bankaların Merkez Bankası’na depo ettikleri döviz 9 milyar dolar ve bunu karşılığında piyasaya sürülen TL ise 27 milyar civarında).

Lafı biraz uzattım ama meselenin asıl özü şu: Merkez Bankası kendi yeteri kadar rezerv biriktiremediği için (kronik cari açık veren bir ekonomide Merkez Bankası’nın piyasadan döviz satın alarak rezerv biriktirmesi mümkün değil), ROM sayesinde bankaları bir nevi kendi bayisi durumuna soktu ve onların yurtdışından döviz borçlanarak kendisine döviz yatırmasını sağladı. Ancak, bunlar gerçek güçlü rezervler değil çünkü eğer bankalar döviz borçlarını çeviremezlerse ve/veya atıl kalan dövizlerini Merkez Bankası’na yatırmazlarsa Merkez Bankası’nın döviz rezervleri de o ölçüde otomatik olarak azalacak.

Döviz pozisyonları ile ilgili bir başka gelişme de Haziran sonunda 190 milyar dolara yaklaşmış olan toplam DTH’ların 11 Kasım itibarıyla 170 milyar dolara gerilemiş olması. Bu azalışta birkaç faktör etkili olmuş olabilir. Birincisi mevduat sahiplerinin kurlardaki artış karşısında dövizlerini kendi istekleri ile TL’ye çevirmiş olmaları. İkincisi, son yıllarda popülerlik kazanan çift paralı mevduat hesaplarının (DCD) vade sonunda otomatik olarak TL’ye çevrilmiş olması. Üçüncüsü parite etkisinin sonucunda doların değerlenmesi ile birlikte dolar-dışı DTH’ların dolar değerinde meydana gelen azalma. Son olarak da bir kısım mudinin dövizlerini doğrudan yurtdışına transfer etmiş olması. (Bu sonuncusunun çok fazla olduğunu düşünmüyorum çünkü böyle bir durumda bankalar ciddi döviz likiditesi sorunu yaşamaya başlarlardı, halbuki salı günü itibarıyla 9 milyar dolar atıl paralarını Merkez Bankası’na yatırmış durumdalar.)

TL’deki değer kaybının ana sebebi tabii ki Trump’ın başkan seçilmesinin FED’in önümüzdeki seneki faiz artırımlarını sayı ve miktar olarak artıracağı beklentisi ile gelişen ve hatta gelişmiş ülke paralarından dolara doğru olan kaçış. Ancak Türkiye’nin siyasi bakımdan bazı zafiyetleri olduğu da ortada. (Zaten bu nedenle TL’deki değer kaybı diğer para birimlerinin üzerine çıkmış durumda.) Ayrıca, Türkiye’nin çoğu gelişen ülkeye göre döviz pozisyonu bakımından daha zayıf bir durumda olduğu da bir gerçek. (Özel sektörün 210 milyar dolar kadar açık pozisyonu, ve GSYH’nin yüzde 5’i civarında seyreden bir cari açığımız var. Ayrıca 170 milyar dolarlık DTH’lar da işin bir başka boyutu.) Bu nedenle Merkez Bankası’nın kur hareketlerine ‘umursamaz’ bir görüntü vermemesi ve bazı somut adımlar atması da gerekiyor. Öncelikle yukarıda belirttiğim gibi TL üzerinde spekülatif ataklara sebebiyet verecek bol TL politikasından vazgeçilmesi gerekiyor. (Bu ister istemez ikinci piyasadaki faizleri de artıracaktır. ) İkinci olarak, gene spekülatif ataklara davetiye çıkaran Merkez Bankası’nın üzerinde bir faiz düşürme (veya en azından faiz artıramama) baskısı olduğu yönündeki izlenimin silinmesi amacıyla bir haftalık repo faizinin en az 25 baz puan kadar artırılması elzem. Üçüncü olarak, döviz likiditesini artırmak amacıyla, DTH zorunlu karşılık oranları ve ROK’lar bir miktar daha düşürülebilir. Dördüncü olarak da günlük döviz ihalelerine başlanabilir. Eğer, Merkez Bankası kısa sürede bu bahsettiğim önlemlerin bir kısmını (ve aklıma gelmeyen başkalarını da) almaz ise, geçmişte de yaşamış olduğumuz gibi, piyasa baskısı altında daha sert önlemler almak zorunda kalabilir ki, böyle bir gelişme zaten zayıf seyreden ekonomik aktiviteye ağır bir darbe vurur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019