Para politikasında konvansiyonele dönüş, kalkınmayı ötelemek anlamına geliyor mu?

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

Türkiye ekonomisinde son birkaç yılın ardından yeniden geleneksel olarak tabir edilen ortodoks politikalara tam bir dönüş mü yapılıyor?

Yoksa bu dönüşüm Türkiye ekonomisinin kendi yapısına has daha hibrit bir modeli mi önümüze çıkarıyor?

Bana kalırsa ikinci şıkkı tercih ederdim. Görüşümü destekleyen emareye geçmeden önce merkez bankası kararlarının ekonomiye etkisini ele almam gerekecek:

Merkez bankaları izledikleri para politikaları ile parasal aktarım mekanizması üzerinden ekonomiye etki yaparlar. Spesifik olarak incelendiğinde aktarım mekanizması faiz, kredi, varlık fiyatları, döviz kuru ve beklentiler kanalı ile işlevsel hale gelir. Örneğin genişlemeci bir politika uygulanıyorsa faiz oranı düşürülür, kredi kanalları açılır bu sayede kur ve varlık fiyatları yukarı yönlü bir eğilim izler ve beklenti ekonominin canlanacağı ya da enflasyonist eğilimde olur.

22 Haziran itibariyle TCMB’nin almış olduğu gibi daraltıcı ya da sıkı politikalarda ise faiz oranı artar, kredi kanalları daralır ya da bilançolar küçülür , kur ve varlık fiyatları aşağı yönlü hareket ederken, beklenti ekonominin daralacağı yönünde ya da dezenflasyonist olur ki piyasanın ilk verdiği reaksiyondan tam da öyle olmadığını biliyoruz.

Buraya kadar oldukça basit görünen bu etki ve tepkiler ülkemizde son yıllarda uygulanan geleneksel olmayan politikalarla parasal aktarım mekanizmasının işlevi farklılaşmış olduğundan geçersizdir diyebiliriz. Aslına bakılacak olursa küresel tarafta da çok sistematik bir biçimde işletilmesine karşın hala enflasyon beklentisinin canlı kalmasıyla (hizmet sektöründeki katılık) tam olarak işlemediğine dair bir göstergedir. Demek ki kitaplarda yazanlar her zaman gerçeklerle örtüşmüyor!

Gelelim ülkemize, son iki yılda makro ihtiyati tedbirler yoluyla uygulanan Liralaşma politikası nezdindeki yüzlerce düzenleme bankacılık sektörü üzerinde önce kredi-mevduat faiz makasını tersine çevirmiş ardından ise kredi arzının tamamen durma noktasına gelmesine yol açmıştır. KKM gibi bir enstrumanın varlığı ve yine bankalar nezdindeki düzenlemelerle döviz kuru üzerinde ciddi bir baskı oluşmuş, bankaların asli görevi olan krediden gelir sağlama amacı farklılaşarak, gerek enflasyona endeksli gerek sabit getirili menkul değerler yoluyla bir çeşit hazine yönetimi işlevine dönüşmüştür.

Son kertede hem fiyat hem de finansal istikrar vurgusuyla alınan faiz kararı ve karar metnine bakılacak olursa; bu zor düzlemde bazı dengeleri kırıp, dökmeden oluşturmaya çalıştığını söyleyebilirim. İşte burada girişte yer alan iki şıktan neden ikincisini tercih ettiğim konusuna gelecek olursam;

Karar metninde faiz oranının yetersiz olmasından başlayarak, gerektiği zaman gerektiği düzeyde açıklamasının kararlılığı göstermediğine ve kısa (sade) olmasına bile çok fazla eleştiri geldi. Ancak en büyük eleştiri “TCMB cari dengeyi iyileştirecek stratejik yatırımları desteklemeye devam edecektir.” ifadesineydi. Çünkü başta izah etmeye çalıştığım gibi daraltıcı politikalar kredi kanalının da daralmasını amaçlar.

Faizin kademeli bir şekilde arttırılması ve rijit bir düzeyde olmamasını desteklediğim gibi (katıldığım tüm TV programlarında ifade ettim) , çok eleştirilen bu cümleyi de önemsiyorum. Zira yazılarımda da sıklıkla ifade ettiğim gibi geçmişte başta IMF ile başlayan yüksek faiz, düşük kur politikaları kronik bir cari açığın oluşmasının ana nedenidir. Öyle görülüyor ki geleneksel politikalara geçiş yapılmış olmakla beraber, Türkiye’nin stratejik alanlarda kalkınma sağlamasını desteklemek, eski hataların tekrar edilmeyecek olması anlamındadır.

Şimdi sıra elbette var olan makro ihtiyati tedbirlerin kredi tarafında yapılacak düzenlemelerde. Mevduat tarafında ise kurda birikmiş basınç nedeniyle biraz park edilmesi gerekebilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kur, faiz, enflasyon 25 Mart 2024