Pop, operayı besliyor

Edip Emil ÖYMEN
Edip Emil ÖYMEN YENİLEŞİM edip.oymen@outlook.com

Bir kimya öğretmeni kanser olur. Ameliyatı mümkün değildir. Ölümünden sonra ailesine para bırakacak bir iş yapmalıdır. Eğer “Breaking Bad” dizisini izlediyseniz öyküyü biliyorsunuz. Eğer bu yabancı ismi ilk kez görüyorsanız, şöyle devam edeyim:

Kimyacı, bilgisini uyuşturucu imalatında kullanır. Ama bu, onun da hayal edemeyeceği bir operasyona dönüşür. Sonunda hak yerini bulur ve herkes kaderini yaşar.

Finali, 30 Eylül’de ABD’de 10.3 milyon kişi tv karşısında izledi. Medyanın bin parçaya bölündüğü yeni dünya düzeninde büyük rating. Türkiye’de de bir tv kanalında gösterilen bu trajik gerilim dizisi, Eylül’de ABD’de televizyon sektörünün prestijli ödülü  Emmy’de En Başarılı Drama seçildi.

Bu olağanüstü hayal ürünü “kara öykü,” operaya aktarılıyor.

“Batı”da opera, hala hayatta. İşin pazarlamasını iyi hesaplayan opera şirketleri, binalarını otobüsler dolusu turistlerle ve meraklılarla dolduruyor.

Hayatta ve ayakta kalmanın sırrı: Yenilikçi olmak. Bu iş için popüler kültür sağlam bir kaynak. Kimse, Mozart’ın bir operasının sözlerini değiştirmiyor elbette (Nazi’ler 1930’larda cüret etmişlerdi). Ama eserini öyle bir yenilikçi yorumla sunmak mümkün ki, operayı izleyen, konuyu sanki günümüzde geçiyor sanabilir.

Breaking Bad operası bir kaç aya hazır. New York’ta One World Symphony sanat kurumunun yönetmeni Sung Jin Hong bu işi üstlendi. Daha önce de benzer “kara öykü”leri yenilikçi yorumla sahnelemesiyle ünlü (Benjamin Britten/Peter Grimes, Richard Strauss/ Elektra & Salome). Şehirde dört farklı adreste eski binaları etkinlik için kullanıyor. Sanatı halkla birlikte icra etmek gibi öncül (avant-garde) uygulamaları var.

Popüler kültürden operaya aktarım örnekleri epeyce. Yeni örnek: Gerilim üstadı Stephen King’in 1992 romanı Dolores Claiborne, geçen ay San Fransisco Operası’nda sahneye çıktı.“Amerikan Tosca’sı” diye yorum yapıldı.

Pop kültürün trajik kişiliği Anna Nicole Smith, dünyanın en ağırbaşlı ciddiyet şahikası sahnelerinden Londra Covent Garden’de operaya dönüştü. Onun öyküsü de sahneye “iyi” gidecek türden:

Anna, fazla güzel bir manken ve tv “şahsiyeti”ydi. Kendisinden 62 yaş büyük bir trilyonerle evlendi. Kocasının ölümünden sonra açılan veraset ve velayet davaları tabloid dünya basınına menü oldu. Ölen kocasından hamileydi. Kızını doğurduktan üç gün sonra oğlu aniden ölüverdi. Bütün bunlar, Batı medyasını pek meşgul etti. Ve Nicole, 40 yaşında aşırı dozdan (intihar?) öldü.

Bu trajik öykünün operasını “Modern Carmen”e benzetenler çıktı. Bir yorumcu, “La Traviata’daki Violetta gibi” dedi. O da yükselmiş, düşmüş, sahnede “ölmüştü.” Anna Nicole gibi.

Formül: Güncel bilinci uzun süre dolduran, “yeterince” trajik/dramatik konular, Batı’da operaya çevrilme potansiyeli taşıyor.

Türkiye sanat-kültürü açısından bu anlattıklarım bizim gündeme pek yabancı. Ancak, Batılı ülkelerde yaratıcı kültür endüstrisinde opera “var.” Bizde yok oluyor diye orada da yok olmuyor. Ve, yenilikçi operalar, konularını sadece popüler kültürden de almıyor.

Örneğin: Besteci John Adams’ın 1988 imzalı ama artık klasik sayılan operası “Nixon Çin’de” ve “Dr. Atomic” (2005). Besteci Philip Glass’ın Einstein, Galileo ve Kepler operaları yeni kulaklara yenilikçi sahnelerle ulaşıyor. Opera, yenilenerek hayatta kalıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Hollywood’a yapay zekâ 02 Ağustos 2019