Seçimsiz 4.5 yılımız vardı, öyle mi...

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

31 Mart seçiminin geride kalmasıyla birlikte “seçimsiz dört buçuk yılımız” olacak ve biz de rahat rahat reform yapacaktık. Bitiremedik seçimi... Meşhur dört buçuk yıl, 23 Haziran’daki tekrar seçim yüzünden sanmayın ki yalnızca iki ay kısalıyor. 31 Mart'ta yerinden oynayan taşlar, 23 Haziran sonucuna göre paldır küldür yuvarlanabilir bile... O yüzden “seçimsiz şu kadar yılımız var” demek artık çok zor.

31 Mart geride kalınca önümüzde dört buçuk yıllık seçimsiz bir dönem uzanacağını düşünüp pek mutlu olduk. Seçimdi, sandıktı, seçmenin gönlünü hoş tutmaktı derken gerçek icraata yönelemiyor, atılması kaçınılmaz olan adımları bir türlü atamıyorduk.

İşte bu fırsat kaçmazdı. Dört buçuk yıl gibi çok uzun bir süre sandık kaygısı yaşanmadan ekonominin gerektirdiği tüm adımlar atılacak, ülke ekonomisi düzlüğe çıkarılacaktı.

Ama bunun bir şartı vardı. Hani çok basit bir mantık yürütmeyle “bir kapıyı açabilmenin temel şartı kapının kapalı olmasıdır” denir ya, 31 Mart’tan sonra seçimsiz dört buçuk yıla başlayabilmenin temel şartı da 31 Mart’ta seçim sürecinin bitmiş olmasıydı.

Ama bitmedi...

Bitirilemedi...

Bu şekilde bitmesi istenmedi...

Dolayısıyla seçimsiz dört buçuk yıl da kağıt üstünde kaldı.

“Topu topu iki aya yakın bir gecikme var, seçimsiz süre dört buçuk yıl değil de dört yıl olsun, ne fark eder ki” diye düşünenler çıkabilir.

Taşlar yerinden oynadı bir kere. 23 Haziran’da oluşacak sonuca göre taşlar yerinden daha da oynamanın ötesinde paldır küldür yuvarlanabilir bile...

İşte öyle bir durumda seçimsiz süre dört yılın altına inerse kimse şaşırmasın.

Yine de dört yılımız olduğunu varsayalım. 2023 seçimi öylesine kritik hale gelir ki, onun hazırlığına şimdiden başlanır.

Bu yüzden artık “seçimsiz şu kadar yılımız var, yapısal reformlara eğilmenin zamanı geldi” gibi hayalden öteye gitmeyen temennilerle kendimizi avutmayalım.

Ayrıca seçimsiz uzun bir süremiz olsa bile bizim yapısal reformları yapmamız mümkün müydü ki...

Geçtik yapısal reformları, bizim ekonomide dört başı mamur bir paket uygulamaya koymamız mümkün mü ki...

Biz üç-beş basit ekonomik önlemi bir araya getirince bunu paket gibi görmeye başladık.

Yok, o kadar basit değil! Zaten o kadar basit olmadığını “alamadığımız, elde edemediğimiz” sonuçlardan görüyoruz.

Bu bir buçuk aya dikkat!

Şimdi yeni seçime kadar bir buçuk ay var. Ama aslında bu süre yalnızca İstanbul'u değil tüm Türkiye'yi ilgilendiriyor. İstanbul Türkiye'nin beşte biri. Bu sayısal gerçeğin ötesinde bu seçim bir simge haline de geldi. Aman dikkat! 2015 yılındaki 7 Haziran-1 Kasım dönemini unutmayalım.

“Yatırım-üretim-istihdam”da sıkıntı büyük

Hani ülke ekonomisi çok güçlüdür; dış kaynak ihtiyacı yoktur ya da çok azdır, yabancı yatırımcıya “Gelmezsen gelme” deme lüksümüz vardır, tamam...

Üretimde hiçbir daralma yoktur, ihraç ürünlerimiz kapış kapış satılmaktadır, ithal ettiğimiz ara mal ve hammaddeyi yerli üretimle karşılar hale gelmiş ve ithalata bağımlılığımızı en aza indirmişizdir, tamam...

Vatandaşın geliri iyidir, morali yerindedir, toplumsal uzlaşmazlıklar yok denecek kadar azdır, üretim-tüketim dengesi gayet iyi kurulmuştur, tamam...

Yeni yeni fabrikalar, üretim tesisleri açılmaktadır, işsizlik Cumhuriyet tarihinin en düşük düzeyinde seyretmektedir, tamam...

Tabii ki bunların hiçbiri “tamam” değil ve biz yepyeni bir maceraya atılıyoruz.

Ne uğruna?

“Aman İstanbul, canım İstanbul!”

★★★

Ne tuhaftır ki şu pek düşünülmüyor:

“Cumhur ittifakı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı nasıl oldu da Millet ittifakına kaptırdı?”

(Şimdi birileri "Seçim yenilecek ya, demek ki kazanan yokmuş” diyecektir. Geçiniz, YSK’nın bu kararının hukuki temeli bulunmadığını ve siyasi olduğunu herkes görüyor.)

“Sakın uygulanan ekonomi politikaları insanları canından bezdirmiş olmasın” sorusu da galiba pek akıllara gelmiyor.

Üniversiteyi bitirmiş işsiz gezen milyonlarca gencin, işini kaybeden işçilerin, kepenk kapatmak zorunda kalan esnafın, işleri bozulan KOBİ'lerin, büyük sanayicilerin neler yaşadığı göz ardı ediliyor.

Eğer ekonomide bu sorunlar olmasaydı İstanbul yarışını İmamoğlu’nun önde tamamlaması mümkün olur muydu?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar