Türk bankacılık sistemi yaklaşan riskleri karşılamaya ne kadar hazır?

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

Bankacılık sistemi denildiğinde akla ilk gelen, kredidir ve zaten bir bankanın ana karlılık (faaliyet) unsuru da bu kalemden gelmektedir.

Diğer yandan yakın tarihli iki kriz, bankacılık sektörü özelinde kırılmalar yaratmıştır ki ilki küresel açıdan resesyon yaratan 2008 küresel finans (motgage), ikincisi ise Türkiye’de bankacılığı önemli ölçüde dönüştüren ve sağlamlaşmasına zemin hazırlayan 2001 Türkiye bankacılık krizidir.

Şu andaki görünüme yakından bakmak gerekirse;

Küreselde Fed’in şahin politikaları ile “kendi ülkemin refahını istediğim gibi bilanço genişletip, arttırdığım gibi gerekirse ufak bir resesyonu göze alarak da daraltırım” havasından bu hafta itibariyle küçük bir geri adım attığını; faiz artışlarında aralık ayında yavaşlamaya gidileceği sinyali ile göstermiş bulunuyor.

Bunun nedeni sermaye piyasaları ve emlak sektöründen gördüğü üstü örtülü baskı olabilir. Ancak nedenlerden çok Fed’in şahin politikasının yarattığı sonuçlara dönülecek olursa;

● 2 yıl ve 10 yıllık tahvil fiyatları arasındaki farkın 1981’den bu yana -75 baz puanlara kadar inerek resesyona ciddi bir atıfta bulunması,

● Hane halkı borçluluğu yüzde 100’e yaklaşmasına karşın, artan faizlere karşılık konut fiyatlarında sıkı bir düşüşün başlamış olması (mortgage krizini hatırlatması bakımından travmatik),

● En önemlisi de risk iştahındaki keskin düşüştür.

Türkiye açısından bakıldığında ise çok yüksek enflasyon, buna karşılık TCMB’nin yönünü büyümeden yana belirlemesi, ancak makro ihtiyati tedbirler ile seçici ve daraltıcı politikaların da paralel olarak yürütülmesi.

Açıklanan 3. çeyrek büyüme rakamları bu bakımdan değerlendirildiğinde özellikle inşaat harici makine yatırımlarının artışı, ivme kaybına uğrasa da sanayi büyümesi ile kamu-özel harcamalarının net katkısını göstermekte ancak ücretlilerin gelirden aldığı payın düşmesi, inşaat sektöründeki keskin daralma ve stokların büyümeye negatif katkısı ile bir yerlerde sorun olduğunu gösteriyor ki özellikle stok ve sanayi üretimi alanında artan finansman ihtiyacı göze çarpıyor!

İşte bu nokta, ihracata dayalı büyüme politikası ile kesiştiğinde karşımıza bankacılık sektörünü çıkarıyor. Reel sektör yapısı gereği kredi ile büyüyor ve yüksek girdi maliyetleri de işletme sermayesi ihtiyacını doğuruyor. Ancak son dönemde bankalar reel sektörün artan bu kredi ihtiyacını gidermede yeteri kadar iştahlı davranmıyor. Üstelik bankalar üzerinde kredi faiz tavanından, menkul kıymet tutma yükümlülüğüne, diğer taraftan mevduatta liralaşma konusuna kadar pek çok düzenleme yapılmasına karşın…

Bu yıl ülkemizde ekonomik açıdan en çok dikkat çeken konulardan biri de bankaların düşük faizin nimetlerinden yararlanarak artan yüksek karlılıkları oldu. Yorumlamada öz kaynak karlılığı sektör geneli için önemli bir ölçüttü ancak enflasyon muhasebesi ile yorumlanması halinde çok daha net sonuçlara ulaşılacağı aşikardır.

Asıl noktaya dönülecek olursa Türk bankacılık sektörünün verilerini karşılaştırmakta yarar olacaktır. 2008 küresel finansal krizi, Türkiye’ye teğet geçmişti. Bunun başlıca nedenlerinden biri de 2001 bankacılık krizinden sonra Basel kriterlerinin baz alınarak, çok daha güçlü bir bankacılık sisteminin oluşmasıydı.

Peki 2008’den bu yana bankalarımızda neler değişti? Diyecek olursak verilere bakmak gerekecektir.

2008’in sonunda görülen krizin asıl yıkıcı etkileri 2009’da görülmüştü. Tablo incelendiğinde görülmektedir ki 2009 yılından bu yana özellikle pandemi sürecinde kamu bankalarına krediler açısından önemli yükler getirilmesine karşın, sermaye yeterliliğinde çok düşük düzeyde bir azalış olmuştur. Buna karşılık, bankalarda yabancı sermayenin ağırlığı artmış (yabancı kaynak/toplam öz kaynak) , takipteki alacaklar düşüş kaydetmiş, öz kaynak karlılığı artmıştır.

Vadesiz mevduatın payının artması, menkul değerlerin vadelerinin artışı gibi belli rasyolarda son dönemde bankacılık düzenlemelerinin etkin olduğu görülmektedir. Ancak tümüyle güçlü bir bankacılık sisteminden söz etmek mümkündür.

Öyleyse bankalar neden kredi ve TL mevduat konusunda iştahsız gibi gözükmektedir?

Bu sorunun en makul yanıtı, yaklaşan seçimlerdir. Örneğin menkul kıymet tutma zorunluluğu bankaların aktif kalitesi bakımından, olası para politikası değişiklikleri açısından bir risk unsurudur.

Diğer yandan yapılan bilimsel çalışmalarda TL/dolar kurunun sermaye yeterlilik rasyosu ile anlamlı ve pozitif bir etkisi olduğunu göstermektedir. (Diğer bir ifadeyle kurdaki artışlar sermaye yeterliliğini olumsuz etkilemektedir.)

Özetle 2022, gerek küresel koşulların gerekse de iç dinamiklerin (düzenlemelerin) etkisiyle hem aktif kalitesi hem de fonlama yeteneği bakımından bankaların zorlu yılı oldu. Ancak yine de Türk bankacılık sisteminin güçlü yapısı bu bağlamda zorluklarla mücadele etmeye oldukça elverişlidir.

Diğer taraftan daha önceki küresel krizlerde olduğu gibi bu defa da KGF kaynaklı fonlar ve kamu bankalarına çok fazla iş düşmektedir.

Kamu bankalarının özkaynaklarının güçlendirilmesi sonucunda ve reel sektörün de artan kredi gereksinimi ile desteklenen hazine kaynaklı fonların özellikle 2023’ün ilk yarısında devreye alınması beklentisi her geçen gün artmaktadır ve Türkiye, bu kaynakları sağlamak konusunda güçlüdür.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kur, faiz, enflasyon 25 Mart 2024