Türkiye ekonomisi krize koşuyor

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Bu yazının kaleme alındığı günün sabahında, TCMB yılın ilk çeyreğine ilişkin ödemeler bilançosunu açıkladı. Açıklanan rakamları hükümeti destekleyen yazar, çizer takımı cari açığın sürdürülebilir olduğunu, karşı kesimde yer alanlar ise rakamların kötü olduğunu ileri sürdüler. Birkaç bağımsız yazar dışında sorunun kaynağına inmeye ve çözüm konusunda neler yapılabilir konusuna girmedi/giremedi.

Bunu bugün biz yapalım ve küresel krizin dördüncü yılında cari açık neden bazı ülkeler için hayati sorun olmaya devam ediyor, sorusuna yanıt arayalım.

- Küresel Finansal Sistem Sorgulanmadan Cari Açık Sorgulanamaz

Her şeyden önce şunu söylemek durumundayız: krizin başlangıcında uluslararası finansal sistem ve uluslararası para sisteminin krizdeki rolüne gereken önem verilmedi. Bu konuya 2009 yılından itibaren kafa yorulmaya başlandı. Son olarak da geçtiğimiz ay IMF ve Dünya Bankası krizin bu yönüne ağırlık veren yeni bir toplantı yaptı.

Doğrusu bunlar gecikmiş hareketlerdi. Çünkü kriz sürecinde de sermaye akımları sınırsız bir şekilde, içinde Türkiye'nin de olduğu bir çok ülkeye akmaya devam etti. Bu da döviz kuru yönetiminde ve ödemeler dengesindeki var olan sorunları daha da ağırlaştırdı. Gelinen noktada yeni bir finansal/parasal mimariye ihtiyaç bulunmakta. Bunu bu köşede defalarca yazdık. Fakat henüz bunu yaratmaya yönelik somut adımlar atılmadı.

Finansal sistemin mevcut yapılanmasının bileşenleri ya da sorunun kaynakları şu başlıklar altında toplanabilir:

-sınırsız sermaye akışı,

- "carry trade",

-emlak piyasasındaki balon,

-sermaye piyasasındaki balon.

Bu kutsal dörtlü, kriz sürecinde bazı ülkeler üzerindeki baskısını azalttı ya da azaltması için alınan önlemlere yanıt verdi ise de, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bazı ülkelerde etkisini ve gücünü hâlâ sürdürüyor.

Krizden önce var olan ve halen de gücünü koruyan bu yapılanmanın çözülmemesinin ya da bozulmamasının altında finansal serbestleşmenin ülke ekonomilerini artık optimal sosyal ve makro ekonomik sonuçlara ulaştıramadığının görülmemesidir. Finansal serbestleşme ile birlikte gelen deregulasyon politikaları istenilen sonuçları yaratamadı. Hatta gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret dengelerinin daha bozulmasına neden oldu. Yani para piyasası dengesizlikleri mal piyasasını da vurdu. Daha da net bir ifade ile finansal piyasalar 1980'lerden bu yana büyük bir güce sahip oldu. Ancak makroekonomik sonuçları özellikle gelişmekte olan ve yükselen ekonomiler için hiç de iyi olmadı.

Bu durumu ifade etmek, hele de bu ifadelerin genel kabul görmesi zor. Çünkü içinde gazetecilerinde olduğu büyük bir kitle, uluslararası kuruluşların ve bunların sözünden çıkılmaması gerektiğini düşünen hükümetlerin propagandasına yenik düşmüş durumdalar.

- Merkez Bankaları Bağımsız, İktisat Politikaları Bağımlı

 Bu süreçte bizim gibi ülkelerin önüne konulan bağımsız merkez bankası, enflasyon hedeflemesi, bütçe kontrolleri gibi politikalar, finansal piyasalardaki kırılganlığı yok edemedi. Bunun nedeni ise finansal küreselleşmenin gelişmekte olan ve yükselen ekonomilerin ulusal ve bağımsız iktisat politikası uygulamalarını engellemesidir.

- Finansal Sistemi Sorgulamak Her Babayiğidin Kârı Değil

Şu soruları ne hükümetler, ne de halk kendisine sormadı: Bu yapısal önlemler ne zaman bitecek? Yıllardır bütçe fazlası vermek için çabaladığımız politikalar neden sonuç vermiyor? Bu soruların yanıtları, ekonomiler için hazır reçete sunanların görüşlerinin sorgulanmasını gerektirir, bu ise her babayiğidin karı değil.

Bundan dolayı dışsal finansal koşullar/faktörler ülkelerin kalkınma stratejilerini ve ulusal makro ekonomik politikaların kapsamını büyük ölçüde belirledi. Hatta bunların ulusal iktisat politikası uygulamalarını, önlemler almalarını engellediler. Çünkü Keynes'in de belirttiği üzere "finansal aracılar/kurumlar eğer risk alıyorlarsa, devletlerin finansal işlemlerin azaltılması için mükemmel regülasyonlar yapmasını engellerler".

Nitekim krizin gerçek yüzünü anlamak için uluslararası para sistemi gerektiği gibi sorgulanmadı. ABD dolarının krizdeki rolü masaya yatırılmadı/yatırılamadı. Bilinen çözümler tekrar edildi.

Şimdi gelelim Türkiye'ye. Dün açıklanan ödemeler bilançosu verilerinin özeti şudur:

- Ocak-mart döneminde cari açık yüzde 120,5 artışla 22 milyar 118 milyon dolar düzeyine çıktı.

- Bu dönemde dış ticaret açığı da yüzde 133 artarak 20 milyar 635 milyon dolar oldu.

- Bu açık verilirken, Türkiye'de ilginç bir gelişme daha oldu. Yabancı şirketler hızla yurtdışına kaynak aktarmaya başladı. Ocak- Mart dönemindeki net çıkış 2 milyar 939 milyon dolara ulaştı.

- Bankacılık sektöründe mevduatın vadesi uzatılmak istenirken, bankalar tepki olarak yurtdışı borçlanmalarını artırdı. Üç ay da bankalar 4 milyar 766 milyon dolar yurtdışından borçlandılar.

Ekonomiye ilişkin bazı tahminler yapalım. 2011 yılının ilk çeyreğinde büyüme oranı yüzde 5-6 düzeyinde olacak. Bu da GSYH'nin yılın ilk çeyreğinde 170 milyar dolar olması demek. Dolayısıyla da cari açığın GSYH oranı yüzde 7,7 olacak. Bu durum cari açığın risk olarak algılanması için koyulan yüzde 5'lik sınırın yüzde 50 fazlası demektir. Aslında yüzde 5 sınırı bile her ülke için geçerli risk sınırı değil.

Türkiye uyguladığı iktisat politikası ile elini kolunu bağlamış durumda. Artık bağımsız bir iktisat politikası yürütmesi mümkün değil. Yani Türkiye ekonomisi seçimden sonra ya bir krize girecek, ya da ekonomide model değişikliğine gidilecek. Ancak model değişikliğine hiç kimse niyetli değil gibi.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019