Türkiye’de enflasyon ve gelirler politikası

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

Geçtiğimiz hafta gecikmeli olarak gelen 2023 verisine göre yüzde 4,5 düzeyinde büyüyen ekonomi, kişi başı 13 bin 110 dolarlık bir milli gelir kaydetti.

Böylece 2013 yılındaki 12 bin 600 doların da üzerine çıkılarak, bir rekora gidilmiş oldu. Ancak ne yazık ki bu artış, ülkemizdeki geniş halk kesimleri tarafından hissedilemediği gibi haziran ayından bu yana para politikasındaki agresif sıkılaşmaya karşın (politika faizinde yüzde 36,5 artış) bugün açıklanacak şubat ayı verisinde de görüleceği üzere halen yüksek seviyelerde giden bir enflasyon mevcut.

Seçim sonrası ortaya atılan senaryolarda hane halkı tüketimini kısmaya yönelik kredi kartı önlemleri ve ilave servet vergisi söylemleri sosyal ve yapısal gerekçelerle bozulan gelir dağılımındaki adaleti düzeltmeye muktedir değildir.

Nedenlerine gelecek olursam; kredi kartı sınırlaması senaryosu beklentiler üzerinden talebi daha da sıkı hale getirmekte ve bu da enflasyon tahmininin gerçekleşmesi noktasında sorun yaratmakta olduğu gibi aynı zamanda bankacılık kesiminin net komisyon gelirlerinde de düşüşle karlarının azalmasına neden olacak ve kayıt dışı harcamaların artış kaydetmesine yol açacaktır.

Servet üzerinden konulacak ilave vergilere gelince; vergi tahsilatının yüzde 65’lik kısmı harcamalar üzerinden tahsil edilen dolaylı vergilere dayalı. Ayrıca servet üzerinden tahsil edilen vergilerin toplam içindeki payı ise sadece yüzde 3 civarındadır.

Bu veri Türk halkının servetinin düşük olmasından ziyade vergiye konu rayiç bedel belirlenmesi noktasında sıkıntılar olduğunun yani tahsilatın sorunlu olduğunun göstergesi. Dolayısıyla belki bu tarz vergilerin oranının arttırılmasından çok tahsilinin sağlanabilmesi ve/veya para piyasası fonlarındaki stopaj gibi muafiyetlerin kaldırılması gündeme gelebilir.

Diğer taraftan buradaki beklentinin de önemli düzeydeki serveti yastık altına veya off shore hesaplara götürme riski var. Dolayısıyla enflasyonla mücadele ederken, hem sürdürülebilir bir büyüme kompozisyonuna erişilmesi hem de gelir dağılımındaki adaletin korunması için en az para ve mali politikalar kadar sağlıklı bir gelirler politikasına ihtiyaç vardır.

Sosyal işlevi ekonomik işlevinden daha sonra gündeme gelen fiyat ve ücret kontrollerine dayalı gelirler politikası 21. yy’ da gelişmiş ülkeler tarafından terk edilmiş gözükse de Ukrayna Rusya Savaşı sonrasında ortaya çıkan arz kaynaklı enflasyon nedeniyle Avrupa’da enerji ve harcamalar üzerinden oluşturulan sübvansiyonlarla yeniden gündeme gelmiştir.

Ülkemizde son on yıldır reel kesime verilen kredi destekleri ve bütçedeki transferlerin sosyal ödeme ve yardımlardan oluşması, konut enerji sübvansiyonları, tarımda uygulanan taban fiyat ve son dönemdeki konut kira artışı kontrolleri, gelirler politikasının bir parçasıdır. Ücretler konusunda ise daha çok kullanılan endeksleme yöntemi sadece memur ve emekli maaşlarında olup, enflasyon farkı şeklinde mahsup edilmektedir.

Gelirler politikası kapsamında yapılan değişiklikler daha çok kredi destekleri açısından ayrışmıştır: 2021 yılına kadar en çok KGF kredisi KOBİ segmentinde ticaret sektörüne kullandırılırken, 2024 Şubat 23 haftalık verisine göre ağırlıklı sektör imalata dönüşerek, ticaret ve inşaatın payının azaldığı görülmektedir. Ücret artışları kısmıysa oldukça tartışmalı bir hal almış olup, tüm paydaşlarca bilinmelidir ki ücret artışı enflasyonun bir nedeni değil sonucudur.

Diğer taraftan ücretlilerin önemli bölümünün asgari maaşa yakınsadığı ülkemizde 2024 yılı bütçesinden sosyal yardım ve desteklere 497 milyar lira kaynak ayrılması ekonomi politik açısından önemli bir çelişkidir. Son olarak 2023 yılı büyüme kompozisyonundan başlayıp, yine onunla bağlamak gerekirse yüzde 13,3’e yükselen net vergi artışı, enflasyonun büyümeye doğrudan katkısı olarak nitelenebilir. (Bu oran 2021’de 1,6; 2022’de 0,2 olarak kaydedilmiştir.)

“Enflasyon yasasız vergilendirmedir.” Milton Friedman

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kur, faiz, enflasyon 25 Mart 2024