Volkswagen krizi ve "bilinçsiz toplumlar"

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

İstedim ki,Volkswagen skandalı tartışmalarının ateşi düşsün, skandalı yaratan etkenler üzerinde değişik bilgilerin sentezlenmesiyle hayatın gerçekliğine daha yakın duran analizler öne çıksın da, sözümü ondan sonra söyleyeyim.

“Aşık atmakta maksat utmak” ise, yazı yazmanın maksadı da “okuyucunun işini kolaylaştırmadır.” Gelin hep birlikte krizleri nasıl okumak gerektiği üzerinde biraz düşünelim ki gelecek krizleri yönetirken ne yapmamız gerektiğini ve nasıl yapacağımızı netleştirebilelim.

Volkswagen skandalına ilişkin haberler arasında benim için öğretici olanı, Federal Ekonomi Bakanı Wolfgang Schauble'nin üç saptamasıydı: Birincisi, “Krizlerden daha güçlü çıkıyoruz” diyerek; akıllı insanların, toplulukların, toplumların, kuruluş ve kurumların 'düşmanını öğretmen yapmayı” bildiklerini anlatıyordu. Krizden korkmanın, panik yapmanın, krizi yaratan etkenleri gizlemenin, “kol kırılır yen içinde kalır” ilkelliğinin tuzağına düşmenin sakıncalarına gönderme yapıyor; sorunu “açıklık ilkesine” uyarak aşacakları mesajını veriyordu.

İkincisi, insan doğasında bulunan bir zaafın bütün krizlerin özünde yer aldığını; Volkswagen  krizinin de yedi büyük günahtan biri olan “açgözlülükten ve sorumsuzluktan”  kaynaklandığını söylüyordu. 

Üçüncüsü de yine insan doğasının ebedi ve ezeli derdi olan “takdir edilme ve şöhret açlığının” krizi yaratmış olabileceği yorumunu yapıyordu.

Volkswagen büyük bir firma... Son çözümlemede yaşanan skandalın firmaya 20 ile 60 milyar dolar arasında bir bedel ödeyeceği tahmin edilse de, krizi aşarak yoluna bugünkünden farklı biçimde devam edecektir.

Yaklaşık altı yıl önce ABD'den bütün dünyaya yayılan büyük krizin etkileriyle karşılaştırılırsa  Volkswagen krizi daha kolay kontrol edilebilir ölçeklerdedir.

Altı yıl önce yaşanan büyük krizin ilk iki ayında yerli ve yabancı çok sayıda analizi bir araya getirdim; hiç rakam kullanmadan, krizi açıklayan “niteliksel etkenlerin” bir sıralamasını yaptım. Sonuçlarını da değişik yayın organlarında kamuoyuna ulaştırdırdım; arşivin yanılmaz hafızasına teslim ettim.

Az tartıştığımız öz

Büyük krizin az tartışılan, ama bütün krizlerin bileşenleri arasında yer aldığını saptadığımı dokuz niteliksel öz üzerinde durdum. Daha sonra İngiltere Kraliçesi'nin talimatıyla kurulan bir komisyon da krizin nedenlerini açıklayan rapor yayınladı. Bizim saptamalarımızın önemli bir  bölümünü İngiliz bilim insanlarının rapordaki sonuçlarla örtüşmüş olması da ayrı bir güven kaynağı oldu.

Krizin niteliksel nedenleri olarak saptamalarımızı başlıklar halinde bir kez daha anımsayalım:

- Açgözlülük ve sorumsuzluk selinde sürüklenme.
- İş örgütlerine ve piyasaya olması gerekenin ötesinde değer yükleme.
- Aklı bir inanca, bir ideolojiye, yerleşik doğruya, önyargıya ve ezbere emanet etme.
- Kaynakların kıt olduğunu unutarak, israfçı bir tüketimi sürekli körükleme.
- Farklı seçimleri ve gelecek inşa etme iddası olan “liderlerden” yoksunluk.
- Sloganları ciddi fikirlerin yerine koyma kolaycılığının cazibesine kapılma.
- Kibir ve üstünlük inancıyla başkalarını küçümseme, takdir edilmeve şöhret açlığının seline kapılma.
- Teşvik ve destekleri “kapsayıcı ve geliştirici özü” yerine, mevcut pastadan pay kapmanın aracı olarak algılama...
- Ödünsüz gözetim ve denetimle “geri bildirim” yapma eksikliği; kendini yeniden üretmenin
önemini yeterince kavrayamama.

Okuyucu şöyle bir soru sorma hakkına sahiptir: Krizleri yaratan öz bu kadar yalınsa neden insanlık durmadan bu tuzağa yakalanıyor?

Kendimizden başlamalıyız

Soruya yanıt verebilmek için, ünlü Hint atasözünü bir kez daha anımsayalım: “İşaret parmağınızla başkalarını suçlarken dikkat edin üç parmağınız kendinize yöneliktir!”

Kendimize dönük üç parmağın işaret ettiği şu sorulara içtenlikle yanıt arayalım: Günlük yaşamda yazdıklarımız, çizdiklerimiz, söylediklerimiz, anlattıklarımız, tartıştıklarımız insanların üretim gücünü arttıracak bilgiyle donanmasına ve birbiriyle temas halinde yurttaşların sayısının artırılmasına katkı yapıyor mu? Günlük medyanın yoğun biçimde ele aldığı konuların gelecek inşa etme iddiası var mı? Varsa bile geleceğimizi yönlendirecek yaygınlık ve derinliğe sahip mi? Sürekli tekrarlanan krizlerin yarattığı olumlu yönde gelişme fırsatlarını gerektiği gibi öne çıkarıyor, düşmanımızı öğretmen yapmamıza yardımcı oluyor mu?

Soruları  istediğimiz kadar artırabiliriz...

Bugünün temel sorunu, malumatfuruşluk yaparak popüler olma peşinde koşmak değil, yurttaşların potansiyellerini değerlendirmeye yönelik bilgiyle donanmalarını ve temas halinde olmalarını yaygınlaştırmak, yoğunlaştırmak ve derinleştirmektir.

Yurttaşlarını süreçlere dahil edemeyen toplumlar; dünyada olup bitenleri sezemeyen ve anlayamayan, kendi olanak ve kısıtlarını net olarak bilmeyen ve gelecekle ilgili ciddi planları olmayan “bilinçsiz” toplumlardır.

Nerede durduğumuza da sizler karar verin...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar