Yeni sistemin azizliği

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

2003 yılından beri Türkiye’de tek parti iktidarda olduğu halde koalisyon hep öcü olarak gösterildi. AKP’nin bu 15 yıllık başarısının altında “Aman ha koalisyon olmasın” beyin yıkamasının bir ölçüde de olsa etkisi vardır.

Koalisyonlara neden soğuk bakıyoruz; karar alma sürecinde sorun yaşanıyormuş. Bir kere bu çok kötü bir durum mu? Bu sayede belki de yanlış kararlar alınmasının önüne geçiliyor. AKP’nin de bir ortağı olsa kim bilir özellikle dış politikada başımızı çok ağrıtan adımları atmazdık.

Hem ayrıca hiçbir zaman tek parti tek görüş demek değil ki. İki kişiden oluşan temel birliktelikte, karı-koca arasında bile görüş ayrılığı çıkıyorken on beş yıldır iktidarda olan AKP’de hiç mi görüş ayrılıkları yaşanmadı yani.

Koalisyon dediğimiz kavram, yürütmedeki ortaklık. Üstelik bu ortaklığın arkasında yasama çoğunluğu da var.

Ya şimdi? Cumhurbaşkanı yani yürütme bir partiden, yasama çoğunluğu başka parti ya da partilerden oluşursa ne olacak?

Dedik ya koalisyon hükümetlerinin arkasında bir yasama çoğunluğu vardı. Şimdi yürütme başka elde yasama başka elde olabilir.

Koalisyon kötüyse, bu çok daha kötü bir durum. Gerçi Meclisin eski önemi kalmadı ya...

Yürütmenin başka, yasamanın başka elde olması çok kötü bir durum mudur, o da ayrı. Biz, tüm güç bir kesimde toplansın, mantığıyla yaklaştığımız için bu durumu olumsuz görebiliriz. Ama belki de gücün çapraz oluşması daha iyidir.

Yeni sistemin Cumhurbaşkanını çok güçlü kıldığı, Meclisin ise eski gücünden uzaklaşacağı bilinen bir durum. Dolayısıyla Meclisin zaten azalan işlevi ve zayıflayan yaptırım gücü Cumhurbaşkanına muhalefet işlevini yerine getirmek suretiyle biraz olsun artar.

Yeni sistemde Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçiminin aynı gün yapılmasındaki amaç, Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğunun aynı partiden olmasını sağlamaktı. Yüzde 10 barajı buna olanak tanıyan en büyük etkendi. Ama ittifaklar planı bozdu, iyi de oldu.

Bir Messi kaldı, bir Ronaldo!

Gerçek ve hakkını vererek işini yapan spor yazarı meslektaşlar alınmasın, sözüm tabii ki onlara değil. Ama genel olarak söylemek gerekirse spor yazarı olmak varmış.

Bir maç oynanıyor, taraflardan birinin örneğin iki topu direkten dönmüş, diğer taraf biraz da tesadüfi bir gol bulmuş; maç yorumunda galip gelene bir övgü, bir övgü...

Gelin böyle değerlendirmeleri ekonomide yapın mesela! Genel olarak yüksek seyreden enflasyonda yaz aylarında negatif bir oran geldiğinde “Merkez Bankası’nın müthiş başarısı, bakın enflasyonu nasıl da düşürdü” diye yazabilir misiniz?

                                                                                ★★★

Şimdi bir de transfer sezonu başlamak üzere ya, aman aman kimler transfer oluyor Türkiye’ye...

Bir Messi kaldı Türkiye’ye gelmeyen, bir de Ronaldo desek yeridir.

Hele bu haberler tıklanma sayısını artırmak için internet sayfalarında çok daha fazla yer alıyor.

Gazetecilik adına bayağı ayıp oluyor ama yapacak bir şey yok!

                                                                                ★★★

Nedense bize gelen yabancı futbolcular “Türkiye’deki gibi taraftar hiç görmemiş” oluyorlar.

Yabancıların hepsi burada pek mutlu. Tabii ki olurlar, aldıkları milyonlarca euroya tek kuruş vergi ödemiyorlar, mutlu olmasınlar mı yani!

Gencecik yabancı futbolcu, yaşı 23-24, çok da yetenekli, Türkiye’de bir takımda kiralık oynuyor, Avrupa kulüpleri de peşinde. Ama o ne diyor; “Futbolu Türkiye’de bırakmak istiyorum”. Delikanlı bize hayran sanki.

Nasıl da gururumuz okşanıyor bunları duyunca, nasıl da mutlu oluyoruz.

Tabii yabancı futbolcular bu açıklamaları yapıyor mu, yoksa zararsız bu açıklamalar “Dese dese bunu der” diye bizim yaratıcı meslektaşlarımız tarafından mı kaleme alınıyor?

Gürültüye oy!

İftar saatine daha çok var, hava da sıcak, bir ağırlık çökmüş, uzanıp biraz dinlenmek istiyorsunuz...

Anneanne torununu zar zor uyutmuş, evde çıt çıksın istemiyor, adeta parmak ucunda yürüyor...

Liseye geçiş sınavına (LGS) birkaç gün kalmış. 2 Haziran Pazar günü sınava girecek milyonlarca öğrenci harıl harıl son hazırlıklarını yapıyor; veliler çocuklarının üstünde titriyor, bir dediklerini iki etmiyor...

İşyerinizde önemli bir telefon konuşması yapıyorsunuz, bir iş bağlamak üzeresiniz, tüm dikkatiniz görüşmede...

                                                                                ★★★

Bir milletvekili adayı kiraladığı ya da sahibi olduğu araca birkaç bin liralık müzik sistemi kurmuş. Sokağa bir dalıyor araç, yanı başınızdakiyle konuşsanız bile birbirinizi duyamayacağınız ölçüde bir müzik sesi. Arada sözüm ona anonslar yapılıyor. Ne söylendiğini anlamak bile mümkün değil. Hem anlasanız ne olacak ki, falanca mühim şahsiyetin milletvekili adayı olduğu ilan ediliyor.

Bunu yapanlar oy bekledikleri insanları oturdukları yerden zıplattıkları takdirde kendilerine daha çok ilgi duyulacağını, daha çok oy alacaklarını mı sanıyorlar acaba? Herhalde öyle sanıyorlar da, o müzik yayınını kendileri bir dinlese ne düşünürler ki?

“Kişisel tanıtım” bitiyor, bu sefer partilerin araçları boy gösteriyor. Bu sefer liderler adına çığırtkanlık başlıyor.

Tanıtım yapılır, sesli de yapılır tabii ki, ama böyle bağıra çağıra yapmanın getirisi olduğunu sanmak...

Çok da şaşmalı mıyız; gürültü etmeye dayalı eğlence kültürü hala en belirgin tercihimiz değil mi?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar