Yoğun bakıma zor yetiştiriliyorum

Alaattin AKTAŞ:Hiç kalbinizi ellediler mi? 2

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

YAZI DİZİSİ / ALAATTİN AKTAŞ

Asansörle kısa süren bir yolculuktan sonra başka bir kata ulaştık ve hızla yeni bir bölüme girdik. Yalnızca tavanı görebiliyordum ve bu yüzden çevremde olup bitenlerin, nereye geldiğimizin pek farkında değildim. Başımı sağa sola çevirip etrafa bakabilirdim, buna engel fiziki bir şeyim yoktu, ama o derman kalmamıştı, adeta kalıp gibi yatıyordum.

Bu kez sedyeden bir yatağa alındım. Anlaşılan burası yoğun bakımdı. Fehmi yanımdaydı, bu benim için büyük güvence. Her yerim yanıyor halen. Göğüs ve sırtımın ağrısı devam ediyor. Etrafım o kadar kalabalık ki kim ne yapıyor anlamıyorum. Kollarıma damar yolları açılıyor, artık canımın yandığını da pek fark edecek durumda değilim.

Tansiyonumun halen çok düşük olduğu konuşuluyordu. Belli ki bu hayra alamet değil. Bir ara tansiyonumun 30'a düştüğünü duyuyorum ya da bana öyle geliyor. Tıbbi ifadeyle 30 denilen tansiyonun halk dilindeki karşılığı 3, yani büyük tansiyonum 3'e mi düştü? İnanılır gibi değil. Her ne kadar daha sonra taburcu olurken düzenlenen raporda tansiyonumun şok sırasında bir ara 40'a 20 (büyük 4, küçük 2) düzeyine indiği belirtiliyorsa da, bu değerler bile çok düşük. İlginçtir, bu tansiyonla bilincim açık, bayılmadım, yapılanların farkındayım. Damardan sürekli olarak tansiyonu yükseltecek ilaç veriliyor. (Kalp damar cerrahisinin yoğun bakımında yaklaşık iki ay sonra yeniden konuk olacağım ve orada bir hemşire tansiyonumun 3'e düştüğünü anımsayacak ve bilincimin bu tansiyona rağmen açık olduğunu doğrulayacak.)

Tansiyonum 3'e düşerken, nabzım da 130'a fırlamıştı. Normal bir gelişme miydi bu acaba? Hemen bir takım cihazlara bağlandım. Serum veriliyor; tansiyonum, nabzım, kandaki oksijen düzeyim ölçülüyor. Sol kasığımda şiddetli bir acı hissediyorum. Kalp ritmindeki bozulmaya karşı, kalbe balon denilen bir cihaz takılıyormuş. Yine sonradan öğrendiğime göre kasıktan kalbe kadar plastikten ve bir ucu bilgisayara bağlı balon yerleştirilmiş. Bu balonla bilgisayar arasındaki bağlantı hortumunu da bacağıma dikişle tutturmaları gerekiyormuş.  Bir doktor, "Bacağınıza iki dikiş atmam gerekiyor" diyor. "İzin verir misiniz" anlamında söylemiyor tabii ki, "Haberiniz olsun" demek istiyor yalnızca. Dikiş, kasığımdaki acıdan daha hafif; "Birinciyi attım" diyor doktor, rahatlıyorum; demek ki çok acı vermeyecek; ikinci dikiş de atılıyor.

Yatağın ayakucunu havaya kaldırıyorlar biraz. Bacaklarım havaya kalkınca rahatlıyorum, öyle kalmak istediğimi söylüyorum.

Göğsüm ve sırtım ağrıyor, her tarafıma iğneler batırılmış, kasığımdan kalbime kadar balon sokulmuş, bacağıma uyuşturmadan iki dikiş atılmış; ama bunlar dayanılmayacak acılar değil. İçimde bir lav var adeta ve vücudumun her santimetrekaresini zorlayarak dışarı çıkmaya çalışıyor. Her yerim yanıyor, gözümden sanki alevler fışkırıyor. Asıl bu durum kendimi kötü hissetmeme yol açıyor.

Ve başımdaki o koşuşturma… Hem o kadar insanın benimle ilgileniyor olması güven veriyordu, hem de bu durum ciddi bir sorunun varlığına işaret ediyordu. Eğer çok kötü durumda değilsem bu kadar insan niye başucumdaydı ve niye biri gidip biri geliyordu ki. Durumumu tam olarak kavrayamıyordum, kalp krizi mi geçiriyordum, başka bir şey mi oluyordu; bilmiyordum. Tek bildiğim, önemsenmesi gereken bir sorun vardı.

- Alaattin, durumunda bir değişiklik olursa söyle.

Fehmi başucumdaydı, zaman zaman bulunduğumuz bölmeden ayrılıp döndüğünü fark ediyordum. Gözlerimi açmakta zorlanıyordum sanki. Doktor ve hemşirelerin yüz ifadelerinden, ses tonlarından ve tansiyonumun bir türlü yükselmediğine ilişkin konuşmalardan dolayı korkuyordum.

İçimdeki lavın beni yakması ve bu korku…

Ağrıların hiçbir önemi yoktu; ateş ve korku beni mahvediyordu. Aslında ölüm korkusu duydum mu, ondan da pek emin değilim, ama sanırım duymadım. Bunda, yaşadığımın gerçekte ne olduğunu tam olarak bilmemem en büyük etkendi. Tabii bir başka etken de, bu konuda donanımlı bir hastanede bulunmam ve başta Fehmi olmak üzere çok iyi bir ekibin elinde bulunduğumu bilmemdi. İyi ki o an, yaşadığım rahatsızlığın ne olduğu hakkında çok fazla bilgiye sahip değildim. Daha sonra "ana fil aksi" diye espriyle andığım anafilaksi reaksiyonunun ölümcül sonuçlar doğurabilen çok ciddi bir şok olduğunu öğrenecektim.

Sanki gözümden daha az alev fışkırıyordu, sanki tavan üstüme yarım saat öncesine göre pek çökmez olmuştu. Daha iyi olduğumu hissediyordum. Göğüs ve sırt ağrım azalmıştı, biraz rahatlamıştım, etrafımdaki koşuşturma da eskisi gibi değildi. "Daha iyisin, daha iyisin" dediklerini duyuyordum zaman zaman. Bu, belki bana moral vermek içindi, belki de kendi kaygılarını hafifletiyorlardı doktorlar.

Alevler azalıyordu ama vücudum içten içe yanıyor, midemde tuhaf hareketler oluyordu. Hastaneye gelirken bir şey yememiştim, yani midem boştu, ama sanki kusacak gibiydim. Ve bir süre sonra korktuğum başıma geldi. Hemşireye seslendim. Onlar zaten bu tür durumlara hazırlıklıydılar. Yataktan doğrulamadığım için başımı yan döndürerek bu tür durumlar için hazırlanmış bir kap sayesinde rahatladım. Sanki bir suç işlemiş gibiydim. Ama kendimi frenleme olanağım yoktu. Bu durum, ertesi günün öğle saatlerine kadar aralıklarla devam edecekti. Giderek aralıklar uzadı, ayrıca başlangıçtaki kadar şiddetli değildi artık.

Akşam olmuştu ve dayak yemiş gibiydim. Zaman zaman dalıyor, uyuyordum. Yarı uyur, yarı uyanık sabah oldu.

Yoğun bakım ünitesi daire biçimindeydi ve sekiz yatak bulunuyordu. Yan yana olan yataklarda yatan hastalar, aradaki bölmeler yüzünden birbirini göremiyorlardı, ancak karşıdaki hastaları görme olanağı bulunuyordu. Yoğun bakımda ikinci günümdü, bir gün öncesiyle kıyaslanmayacak ölçüde kendime gelmiş, rahatlamış, etrafımla ilgilenecek gücü bulmuştum. Temelde rahatsızlığımın kalple ilgili olduğunu doktorlar da hemşireler de biliyordu. Günün birinde yoğun bakıma bu kez bypass ameliyatından sonra gelme olasılığım çok yüksekti. Yattığım yer kalp damar cerrahisi servisinin yoğun bakım ünitesi olduğu için bir hemşire "Siz, bypass olmadan yoğun bakımı gören nadir kişilerdensiniz" diye espri yaptı. Aslında doğruydu bu, bypass ameliyatından çıkıp gelenleri görüyordum, hala anestezinin etkisindeydiler, göğüsleri boydan boya bantlıydı, ben de öyle kesilecektim. Göğüslerdeki bant insanın irkilmesine yol açıyordu doğrusu. Ameliyatı düşünmemeye çalıştım.

Yine bypasslılara yapılan bir uygulamayı başlangıçta hayretle izledim. Hemşireler, ameliyatlı hastaların sırtlarına ritmik bir şekilde vuruyorlar, bu sırada da hastadan öksürmesini istiyorlardı. Bypass ameliyatı sırasında kalple birlikte akciğerler de durdurulduğu için ciğerlerin kendini toparlaması amacıyla bu işleme başvurulduğunu öğrenecektim daha sonra. Çünkü aynı "sırt tokatlama" işlemi bana da uygulanacaktı.

İkinci gün tümüyle kendimdeydim ve ilk günle kıyaslanmayacak kadar iyiydim. Hemşirelerden öğrendiğime göre bypass ameliyatı olanlar yoğun bakımda genellikle bir gece kalıyordu. Bu bilgiyi alınca rahatladım; ameliyat olanlar bile bir gece kaldığına göre, ben o gün kesinlikle çıkardım yoğun bakımdan. Bir süre sonra anladım ki, o benim fikrimdi. Fehmi, beni yoğun bakımdan çıkarmaya hiç de niyetli görünmüyordu. Önce, "gelişmelerin seyrine bakalım" diye geçiştirdi, öğleden sonra ise kararı kesinleşmişti; o gece de yoğun bakımın konuğuydum. Anlaşılan, tahminimin çok çok ötesinde ciddi bir sorun yaşamıştım, belli ki halen yaşamaya da devam ediyordum.

Sorunun sürmekte olduğunun işareti gün içinde başvurulan yeni bir uygulamayla kendini gösterdi. Bir hemşire ile bir erkek görevli ellerinde tıraş bıçaklarıyla vücudumu tıraş ettiler. Vücudumun o şekilde tıraş edilmesinin nedeni belliydi; acil bir şekilde bypass ameliyatına alınmam gerekebilirdi, ona hazırlık yapılıyordu. Bypass düşüncesi canımı sıktı. Bir adım daha yaklaşmış hissettim kendimi ameliyata. 

Yoğun bakımda iki gece geçirdikten sonra üç gün daha kaldım hastanede. Çarşamba günü yaklaşık on beş dakikalık bir operasyon için geldiğim hastanede beş güç geçirmiştim.

Büyük tansiyonumun 3'e düştüğü konuşuluyor; duyuyorum, çünkü böylesine düşük tansiyona rağmen bayılmadım. Ne dramatik bir durum, yıllarca düşürmek için uğraş verdiğim tansiyonumun bu kez normal düzeye çıkarılması için çaba gösteriliyordu.

Yoğun bakımda iki görevli vücudumu tıraş ettiler. Anlaşılan acil bir şekilde bypass ameliyatına alınmam söz konusu olabilirdi, ona hazırlık yapılıyordu.

Yeni bir süreç

Anafilaksi şokunu geride bırakmıştım bırakmasına ama sorun hala aşılmış değildi. Göğsümde, kalple ilgili sorunun varlığına işaret eden ağrılar oluyordu zaman zaman. Hangi durumda ağrı hissedeceğimi de biliyordum zaten. Özellikle yokuş yukarı yürüdüğüm durumlarda göğsümün tam ortasında bir ağrı hissediyordum, bu ağrı çok kısa bir süre sonra sırtıma, kürek kemiklerinin arasına yerleşiyordu. Yarım dakika ya da kırk beş saniyelik dinlenmeyle ağrı yok oluyordu. Bu yüzden trafik ışıklarını çok seviyordum. Yayalara kırmızı yandığında geçen süre, ağrılarımın sona ermesi için harika bir fırsat oluşturuyordu.

Göğüs ağrısının hangi durumlarda ortaya çıktığı, şiddeti, ne kadar zamanda geçtiği benim için çok önemli ipuçlarıydı. Daha önce yalnızca yokuş yukarı yürürken hissettiğim göğüs ağrısı, artık düz yolda bile ve hem de yalnızca 100-150 metre yürüdüğümde kendini gösteriyordu. O yüzden mutlaka ciddi bir testle kalbimin durumunun ortaya çıkarılması gerekliydi. Bilgisayarlı tomografik anjiyo, anafilaksi şokuna yol açmış ve bu test sonuçlanamamıştı. Kalbimdeki sorunu öğrenememiştik. "Belki sorun yoktur" deme şansına kesinlikle sahip değildim, çünkü ben hissettiğim ağrıyı iyi biliyordum ve bu ağrı beni daha önceki yıllarda operasyonlara yönelten ağrılardan çok daha belirgindi. En azından, daha önce yokuş yukarı yürürken kendini belli eden ağrı, artık düz yolda da ortaya çıkıyordu. Yani kalbimde kesinlikle, ama kesinlikle, hem de ciddi bir sorun vardı.

Şimdi ise, kalpteki bu sıkıntının ne olduğunu ortaya çıkarmak sorun olmuştu. Anjiyoda kullanılan opak madde, beni anafilaksi şokuna sokmuş ve neredeyse ölümün eşiğine getirmişti. Bundan sonra yapılacak anjiyo için de temelde aynı maddenin kullanılması zorunluydu. Yoksa kalbin gerçek durumunu görmek mümkün değildi. Ben daha önce dört kez anjiyo olmuştum ve bunların hiçbirinde, kullanılan madde bende alerjik reaksiyona neden olmamıştı. Ancak çok bilinen penisilin alerjisinde olduğu gibi, daha önce alerji yaşanmaması, bir sonrakinde de alerji ortaya çıkmayacağının garantisini oluşturmuyordu. Benimki de öyle olmuştu, ilk dört anjiyo alerjisiz, sorunsuz sonuçlanmıştı; beşincide ise neredeyse ölüyordum. Ve altıncı anjiyoyu yapmak da zorunluydu. Altıncı anjiyoda da sorun çıkar ve kalbimin durumunu görmek mümkün olmazsa ne yapardık? Fehmi, bu anjiyodan kesinlikle bir sonuç alınacağını söylüyordu ama, o da kaygılı gibiydi. Çünkü daha sonra söylediğine göre, bilgisayarlı tomografik anjiyo yaklaşık 6-7 bin kişiye uygulanmış ve bir tek bende anafilaksi şokuna yol açmıştı. Yani çok az rastlanan bir alerjik reaksiyonla karşı karşıyaydım.

Yoğun bir araştırma süreci başlıyordu. Bir sonraki anjiyoda benzer bir sorun yaşamamak için bazı önlemler almak, en azından alınabilecek önlem olup olmadığını belirlemek gerekiyordu.

Bu aşamada bir sonraki anjiyo için araştırma yapmak gerekiyordu ama, asıl kaygı bir bypass operasyonu gerekirse ameliyat sırasında kullanılacak ilaçların da benzer bir şok yaratıp yaratmayacağıydı. Sıradan bir bypass ameliyatı, ilaç şoku yüzünden çok ciddi sorunlara yol açabilir miydi? Kimsenin bu soruya "hayır" deme durumu yoktu, kimse garanti verebilecek durumda değildi. Ama o ameliyatın yapılması da zorunluydu. 

Doğrusu kaygılıydım; kalp sorunu benim için yeni değildi, ama hiç bu boyuta gelmemişti doğrusu.

Gündeme 1995'te geldi

1995 yılıydı. Sol kolumda ve omzumda zaman zaman yer değiştiren bir ağrı vardı. Bazen de parmaklarım uyuşuyordu. İlk aklıma gelen kalp oldu. Kalple ilgili bir dizi tetkik yapıldı, sorun yoktu. Meğer o dönem boyun fıtığı olmuşum.

Daha sonra dönem dönem kalple ilgili tetkikler yaptırmaya başladım. Kalpte sorun vardı, bu ortaya çıktı. Kalbime önce iki, sonra da üç tane olmak üzere bir yılı bulmayan sürede toplam beş stent takıldı. 

Sonradan epeyce düşünmedim de değil. Acaba o kadar stent gerekli miydi? Balon denilen yöntemle tıkanıklığı aşmak da mümkün görünüyordu. Ama doktorlar stenti tercih etmişti. Niye böyle bir tercihte bulunulmuştu, bunu değerlendirme durumunda olamam elbette.

Hiç kalbinizi ellediler mi? 1

Alaattin AKTAŞ:Hiç kalbinizi ellediler mi? 4

Alaattin AKTAŞ:Hiç kalbinizi ellediler mi? 5

Bu konularda ilginizi çekebilir