Ekonomi politikalarında küresel eş güdüm

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN aleventalkan@gmail.com

Ekonomik politikalar değişen koşullara kucak açan politikalar üretmiyorlar. Yüksek borçlu ülkelerin genel bir sorunu niteliği kazanmış yüksek kamu borçluluğu 3 özelliğiyle öne çıkıyor. 

1. Varlık alımlarının finanse ettiği mali teşviklerle iş ortamı canlı tutulmaya çalışılıyor.
2. Güçlü tasarruf önlemleriyle yürütülen ağır aksak büyüme yüksek işsizliği, yüksek işsizlik düşük geliri, düşük gelir yüksek seyreden sosyal güvenlik ödemeleriyle de birleşerek zayıf büyümeyi inşa ediyor.  
3. Batık bankalar kurtarılırken ekonomik büyüme teşvik planlanır. 

Düşen ücretlere sırtını dayayan yetersiz talep, deflasyondaki filizlenmenin temelini oluşturuyor. Küresel ekonominin bütününde yaşanan; talep yeterliyse eksik arz, arz yeterliyse açık kalmış talep ve her halükarda askıda kalmış bir denge unsuru. Bu durumda, daralan küresel talebi karşılayıcı bir misyon üstlenen gelişmekte olan ülkeler, yüksek enflasyon açmazı içinde sıkışıp kalıyorlar. 

Borç verenin borçlanmak isteyen bulamadığı likidite tuzağı (LT), ekonomi politika tercihlerinin tamamen başka bir boyutudur. Yaklaşık sıfır politika faiz düzeyleriyle, para politikası aracı olarak daha fazla aşağı gidilecek yerin kalmadığı LT, Japonya’nın 1990 bankacılık krizinden itibaren içinden çıkamadığı uzun vadeli bir durgunluk süreciyle sonuçlanıyor. 
Son ve en güncel ekonomi terminolojisiyse iç devalüasyondur (İD). İD, ilk olarak İsveç ekonomisinde 1990’da, akabindeyse 1995’te Finladiya’nın AB’ye geçiş sürecinde yaşanıyor. Büyük durgunluğa kadar derin dondurucuda bekleyen İD, 2008-2010 krizinin ilk yıllarıyla birlikte güncel nitelik kazanıyor. İD, rekabet avantajı sağlayıcı bir sistem dönüşebildikçe değer kazanıyor. Rekabet için Portekiz, İrlanda, İtalya, İspanya, Yunanistan beşlisinin ne ölçülerde İD’dan yararlandıkları karmaşasına ışık tutan Richard Wood, Paul de Grauwe ve Pisani-Ferry, içsel devalüasyonda çarpık şeylerin gelişmekte olduğunun da altını çiziyorlar. Tasarruf önlemleri toplam talebi baskılıyor. Talep baskılandıkça işsizlik kışkırtılıyor. Sonra bu yüksek işsizlik ücret artış taleplerini hafifletip, cari fiyatlarla ölçülen ücret artışlarında düşüşleri getiriyor. Bu noktada AB’nin dış ticaret fazlası veren ülkeleriyle dış ticaret açığı veren ülkeleri, borç krizi ve İD açısından farklı etkileşimde gruplara dönüşüyorlar. Açık verenler açısından, genel fiyat seviyelerinde (manşet enflasyon) kararlı düşüşler sağlanıp, İD’nin rekabeti üstünlüğüne dönüştürülüyor. Almanya’nın güneyli ülkelerdeki hakimiyetini kaybetmemek adına attığı adımlar öne çıkıyor. Almanya açısından bakıldığında; İD ile oluşan zararı ya da potansiyel zararı (kardan zarar ya da fırsat maliyeti boyutunda bir zarar olarak) üstenmek gereklidir. AB ile ABD’nin politik yaptırımları, Rusya ve Ukrayna gerginliğinden Almanya’ya bir durgunluk tortusu bırakıyor. Bugüne gelindiğinde, Almanya için pek de tercih şansı kalmadan, İD farklı bir dengeye taşınıyor. Dolayısıyla İD (içsel devalüasyon) yöntemi, olsa olsa bir zaman kazanmanın ekopolitik aracından başka bir şey olamıyor. Eş güdümse hep bir sonraki bahara kalıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar