Gelişen ekonomiler için yeni dönem

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI tberksoy@pirireis.edu.tr

Dünya ekonomisi küresel krizden sonra sanki yeni bir döneme giriyor. Kriz öncesindeki ilişki yumağı değişiyor. Kriz öncesindeki kaynak kullanma deseni değişiyor. Krizin hemen arkasından ortaya çıkan görev dağılımı değişiyor. Buna bağlı olarak dünya ekonomisinin görünür gelecekteki alacağı biçim ya da biçimler farklı olacak gibi görünüyor. 

Küresel krizden önceki beş, altı senenin hikayesi bu günkünden biraz farklı. 2000’li yılların başında, daha çok teknoloji kaynaklı nedenlerle, ABD de durgunlaşma eğilimleri görülüyor. Bunun yerleşik bir daralmaya dönüşmesini engellemek için hemen para muslukları gevşetiliyor. 2002-2007 dönemi dünya ekonomisi likiditeye boğuluyor. Bunun önemli bir kısmı yeni gelişen ekonomilere, özellikle de bu grubun önde gelenlerine gidiyor. 

İktisadi analiz küresel sermaye akışının gelişen ekonomilere yönelmesinin nedenlerine ilişkin ip uçları veriyor. Örneğin, sermaye çekebilmek için, gelişmiş ülkelerle olan reel büyüme farkının gelişen ülkeler lehine olması gerekiyor. Daha hızlı büyüyen gelişen ekonomiler sermaye için cazip oluyor. Aynı şekilde, reel faizler arasındaki farkın da yeni gelişen ülkeler lehine olması sermaye akışının bu ülkelere yönlenmesinde etkili rol oynuyor. Reel faizi daha yüksek olan, daha büyük kazanç imkanı veren ekonomiler sermayeye çekici geliyor. Sermaye girişini çekebilmeleri için risk iştahının da yeni gelişen ekonomilerden yana olması gerekiyor. Küresel aktörlerin risk üstlenme isteğinin gerilemesi halinde uluslararası sermaye daha düşük riskli ülkelere (çoğu zaman gelişmiş ülkelere) geri kaçıyor. 
2002-2007 dönemi bu koşulların, hem de dönem boyunca sağlandığı bir dönem oldu. Hem küresel ekonomide dolaşan büyük miktarda para vardı, hem aktörlerin risk iştahı yüksekti hem de yeni gelişen ülkelerdeki reel büyüme hızları ve reel faiz marjları gelişmiş ülkelerdekinden büyüktü. Sermaye akışından yeni gelişen ülkelere düşen pay yükseldi. 

Bu sürecin yeni gelişen ülkeler açısından iki temel sonucu oldu. Birisi, beklendiği gibi, yeni gelişen ülkelerde kaynak kullanımın artması ve bunun büyümeyi kışkırtmasıydı. Bu süreci 2002-2007 döneminin yeni gelişen ekonomilere sağladığı en olumlu imkan olarak nitelemek gerekir. Bu sürecin ikinci etkisi bu kadar olumlu değildi. Gelişen ekonomilere akan sermaye bu ülkelerin hem döviz piyasalarında hem de fon piyasalarında denge bozucu etkiler yarattı. Birçok yeni gelişen ekonomide gelen sermayenin döviz arzını arttırıcı etkisi nedeniyle döviz kuru denge kurunun altında oluştu, ulusal para aşırı değerlendi ve bu dış dengede önemli açıklara sebep oldu. Aynı şekilde bu süreç ulusal fon arzını genişletti ve faiz oranlarını denge noktasının altına itti. Bu da harcamaları özendirdi, büyümeyi hızlandırdı ama borçlanmayı da olağan dışı boyutlara yükseltti. 

Kısacası, uluslar arası sermaye akışından yeni gelişen ülkelerin payına düşen parça genişledikçe bu ülkeler daha fazla kaynak kullanma ve daha hızlı büyüme imkanı buldular ama gittikçe sürdürülmesi riskli hale gelen dengesizlikler ürettiler. Yoğun sermaye girişi bu dengesizliklerin sorunsuz biçimde finansmanını mümkün kıldı, adeta sorunların üstünü örttü. 

Bu sürecin 2008 yılında sert bir küresel krizle noktalandığını biliyoruz. Burada ilginç olan nokta küresel krizin sorun biriktiren gelişen ülkelerden değil parasal genişlemenin kaynağında bulunan gelişmiş ülkelerden gelmesidir. 

Küresel krizin ilk ve doğrudan etkisi bu kez daha da derin bir krize sürüklenen gelişmiş ülkeleri tekrar su üstüne çıkartabilmek için para musluklarının daha açılmasıdır. Yeni gelişen ekonomilerin koşulları, kısa bir süre için, genişleyen sermayeyi kendilerine çekecek nitelikteydi. Bunlar krizden daha hızlı çıktılar ve reel büyüme oranları gelişmiş ülkelere kıyasla daha yüksek oldu. Reel faiz oranları gelişmiş ülkelerde neredeyse sıfır düzeyine inmiş olan faizlere kıyasla daha yüksek kaldı. Genel olarak risk iştahı azaldı belki ama yeni gelişen ekonomilere dönük risk algısı gelişmiş ülkelere kıyasla daha olumlu oldu. 

Sonuçta, kriz koşullarına rağmen, 2008-2009 döneminde yeni gelişen ülkelere akan uluslararası sermaye adeta tepe yaptı. Bu süreçte dünya ekonomisinde gelişen ülkelerin ön aldığı yeni bir ilişki yumağı oluştuğu, kaynak kullanım deseninin bu ülkeler lehine değiştiği ve bu süreçte görev dağılımının da değişerek yeni gelişen ekonomilerin dünya ekonomisini çekip, sürükleme işlevini üstlendikleri şeklinde bir dizi yargı da oluştu. Bunlar gelişen ekonomiler için yeni bir dönemin işaretleri olarak okunurken devran yine döndü ve yeni dönem bütünüyle başka bir kimlikle gündeme geldi. Devam edeceğim.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018