Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Herhalde küresel olarak bir büyüme problemi yaşanmakta olduğunu, Euro Bölgesi’nde artık neredeyse kemikleşmiş diyebileceğimiz zayıf büyümenin yanı sıra diğer iktisadi bloklarda da işlerin istenildiği gibi gitmediğini duymayan kalmamıştır. ABD’de St. Louis FED Başkanı Bullard’ın bu ay sonlandırılması beklenen QE programının uzatılması yönünde görüş bildirmesi, o tarafta da işlerin çok iyi gitmediğinin bir göstergesi niteliğinde. (Sonuçta program büyük ihtimalle sonlandırılacak ama 2015 ortasında beklenen faiz artışları da ileriye ötelenecek.) Daha iyi performans gösteren İngiltere ekonomisinde bile büyümeye karşın reel ücretlerde gerileme görülmesi (ve bu durumun büyümenin kalıcılığı konusunda ciddi bir soru işareti oluşturması) ve en önemli ticaret partneri Euro Bölgesi’nin durumu karşısında İngiliz Merkez Bankası Baş İktisatçısı Andrew Haldane faiz artırımlarının ötelenmesi gerektiği yönünde görüş beyan etti. Bu durgunluk risklerinin somutlaşmasına paralel olarak geçen hafta gelişmiş ülke borsalarında ciddi bir satış dalgası da yaşandı. Her ne kadar, bu hafta bir miktar toparlanma görülmekteyse de, genelde piyasalardaki oynaklıkta belirgin bir artış söz konusu. 

Bu noktada son 15 yılda Dünya ekonomisinin en önemli itici gücü olan Çin’in durumuna ise ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Larry Summers, geçenlerde yayınlanan bir akademik makalesinde, büyüme tahminlerini yaparken “ortalamaya geri dönme” (regression to the mean) olgusunun göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguladı. Son yıllarda büyüme tahminlerinin gerçekleşmenin sürekli olarak altında kalmasında, tahminlerin yakın dönemli performansa gereğinden fazla odaklanmasının önemli bir etkisi var. (Nitekim IMF daha geçenlerde küresel büyüme tahminini 3. kere revize ederek % 3.3’e düşürdü.) Bu bağlamda, Çin ve Hindistan için tahmin edilen % 7’ler seviyesindeki uzun dönemli büyümenin gerçekleşmesi durumunda, bu ülkelerin Dünya milli hasılasından alacakları payın artması nedeniyle, dünya büyüme hızı da otomatik olarak % 4.5’e çıkacak ki bu iktisaden mümkün değil. Bunu bırakalım, zaten Çin ekonomisinin artık su yüzüne çıkan ciddi yapısal problemleri (verimsiz sektörler, düşük tüketim harcamaları, hem bankacılık, hem de gölge bankacılık sisteminde biriken batık krediler vs.) nedeniyle büyüme oranının orta vadede gerileyeceği aşikar. Önümüzdeki dönemlerde Çin’in itici güç olma özelliği giderek azalacak. 

Bu ortamda, petrol dahil emtia petrol fiyatlarındaki düşüş küresel büyümedeki yavaşlamanın bir göstergesi olarak algılanmakta. Her ne kadar, düşüşün sadece ekonomik değil, jeo-politik sebepleri olduğu da iddia edilse bile, görünen o ki, petrol fiyatlarındaki 110 dolarlardan 80 dolarlara gerileme kalıcı olacak. Bundan daha aşağılara düşmesi ise (yüksek maliyetli kaya petrolü üreten ABD dahil olmak üzere) petrol üreticileri ülkelerin neredeyse tümünü ciddi şekilde olumsuz yönde etkileyeceği için bence pek mümkün değil. (Ayrıca, neredeyse talihin garip bir cilvesi diyebileceğimiz bir şekilde, bu düşüş zaten defl asyona girmesine ramak kalmış olan ve aslında büyük bir petrol ithalatçısı konumunda olan Euro Bölgesi’ni bile memnun edecek bir gelişme değil.) 

Hal böyleyken, Türkiye piyasalarının ABD’de likiditenin geri çekilmesinin ötelenmesine ve de petrol fiyatlarındaki düşüşe odaklanıp tümden olumlu bir havaya girmesinin çok da doğru olduğunu düşünmüyorum. Evet, küresel likiditenin devam etmesi cari denge açığımızı kapatmamıza yardımcı olacak ve düşük petrol fiyatları da Türkiye’nin enerji ithalatı faturasını (ve dolayısıyla cari açığını) ve de enfl asyonu bir miktar geri çekecektir. Bunlar kendi başlarına ele alındığında kuşkusuz olumlu gelişmeler. 

Ancak, Türkiye’nin kalıcı büyüme yolunda son yıllarda durgunluğa girmiş olan ihracatını da ivmelendirmesi ve 2001-2008 arasındaki ortalama % 20 artış seviyelerine taşıması gerektiği de muhakkak. Öte yandan, genelde Dünya ekonomisinde görülen yavaş büyüme, özelde de AB’de yaşanan durgunluk ihracat talebimizi sekteye uğratır nitelikte. Ayrıca unutmayalım ki, diğer önemli dış pazarlarımızın büyük çoğunluğunu petrol üreticisi ülkeler oluşturmakta. Bu ülkelerin gelirlerinin azalması ihracat talebinin de azalması demek. Ayrıca, doğrudan ihracat dışında, Rusya dahil olmak üzere pek çok petrol üreticisi ülkede yoğun bir müteahhitlik hizmeti sağlıyor, ve önemli döviz gelirleri elde ediyoruz. Bu gelir kapısının daralması da ciddi bir risk olarak karşımızda. 

Sonuç olarak, petrol fiyatlarındaki düşüşe ve küresel likiditenin bir süre daha devam edeceğine sevinirken aslında hepimizin Dünya adındaki gemide olduğumuzu hatırlamakta fayda var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019