Yüksek eğitimin geleceği

Ali Argun KARACABEY
Ali Argun KARACABEY VERİDEN BİLGİYE argunkaracabey@arel.edu.tr

Üniversiteye giriş sisteminin değişeceğine ilişkin haberler bir süredir gazete ve haber sitelerinde yer alıyor. Bu haberlerde zaman zaman farklı sınav sistemleri, ders dışı etkinlikler, sosyal beceriler gibi faktörlerin öğrenci yerleştirme üzerine etkileri öne çıkarılmakla birlikte hepsinin ortak noktası merkezi yerleştirmenin artık olmayacağı yolunda. Gerek haberi yazanlar gerek okuyanlar genellikle öğrenci tarafından olayı ele alıyor, yani konuyu bir öğrencinin istediği üniversite veya bölümde eğitim görebilmesi için sahip olması gereken nitelikler olarak inceliyorlar. Olayın bir de diğer tarafı var. Böyle bir sistemin gelmesi üniversitelerde bir değişimi gerekli kılar mı? Daha önceki yazılarımda da ele aldığım bir konu olan eğitim pazarlaması kuşkusuz böyle bir sistemin geçerli olması durumunda daha fazla önem kazanacaktır. Arz talep dengesinin, talep lehine bozuk olduğu dönemlerde, bir üniversitenin öğrencileri cezbedebilmesi için diploma programları yürütüyor olması yeterliydi. Ancak arz talep dengesinin, açılan çok sayıdaki yeni vakıf ve kamu üniversitesi sayesinde oturmaya başlaması, öğrencilerin üniversite tercihlerinin yapısını da değiştirmeye başladı. Bu değişim, eğitim pazarlamasının çok yüzeysel bir biçimde ortaya çıkması ile sonuçlandı. Çok yüzeysel dememin nedeni, öğrenci ihtiyaçlarına uygun programların, burs olanaklarının, sosyal ihtiyaçların bir arada ele alınmaması, hatta öğrenci memnuniyetinin ayrı bir iş olarak değerlendirilmesidir. Başka bir deyişle, üniversiteler geleneksel ürünlerini pazarlamaya çalıştılar çoğunlukla. Halbuki, yeni dönemle birlikte daha çok karşılaşacağımız istek ürünün - hizmetin değiştirilmesi, yenilenmesi yönünde olacak. Bu değişimin en önemli bileşenlerinden biri yeni neslin artık tek disiplinli değil çok disiplinli bir eğitim alma isteği. Bu isteğe göre üniversitelerin kendilerini dönüştürmeleri de J.G.Wissema’nın “Üçüncü Kuşak” üniversitelerinin hayata geçmesi ile sonuçlanacak, başta üniversitelerin yapısında alışık olduğumuz birimlerin başında gelen fakülteler olmak üzere eski yapıya özgü akademik birimlerin önemi azalacaktır. 

Bir diğer önemli bileşen ise teknoloji destekli eğitimdir. Öğrencilerin önüne geçilemeyecek bir diğer beklentileri, teknolojinin sağladığı olanakların örgün eğitime monte edilmesidir. Kendi kuşaklarının tipik özelliklerine uygun olarak, bu nesiller günlük hayatlarının bir parçası haline gelen teknolojiyi, sınıfa girerken kapının önünde bırakmak istemeyeceklerdir. Bütün bunlar üniversitelerin teknoloji yatırımlarının önemini artıracaktır. Sayılarını daha da artırabileceğimiz bu isteklerin karşılanması gerekli olmakla birlikte, öğrencilerin üniversite tercihlerinin tek belirleyicisi olamayacaklardır. Bu durumda da, özellikle kamu kaynağından destek almayan ve yaşamlarını öğrenci gelirleri başta olmak üzere kendi sağladıkları gelirlerle devam ettirmeye çalışan üniversitelerin son yıllarda baskısını gittikçe artan bir biçimde hissettikleri öğrenci kayıt performansları daha da önem kazanacaktır. Kuşkusuz bu durum da, ismi konmamış pazarlama faaliyetlerinin öneminin ve bütçesinin artmasına neden olacaktır. 

Bu bütçe artışı doğal olarak eğitime ayrılan kaynağın azalması anlamına gelecek, bu da bir döngü yaratacak. Pazarlama bütçesi arttıkça eğitim başta olmak üzere üniversite içi faaliyetlerden kesinti yapılması öğrenci memnuniyetini olumsuz etkileyecek ve belki de üniversitelerin öğrencilerini ellerinde tutma oranları düşecek. Bu döngüden kurtulmanın en iyi yolları, pazarlama faaliyetlerini iyi planlayarak, gereksiz harcamalardan kaçınmak ve üniversitelerin yeni finansal kaynak yaratacak faaliyetlere önem vermesi olacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Abone 13 Mayıs 2019
Paylaşım ekonomisi 29 Nisan 2019
Eğitimde değişim 18 Mart 2019
Sistem bozucular 21 Ocak 2019
Dijitalleşme, ama nasıl? 31 Aralık 2018
Dalgalar ve Atatürk 21 Mayıs 2018