2018 enflasyon açısından kayıp bir yıl olacak sanki!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Merkez Bankası’nın geçen hafta yaptığı “utangaç” faiz artırımı sonrası TL üzerindeki baskıların kalktığını söylemek oldukça zor. Senenin son haftasına girerken ve özellikle yurtdışı kaynaklı al-sat işlemlerinin zayıfl amasının beklendiği bir dönemde TL diğer GOP para birimlerinin üzerinde seyretmeye devam ediyor. (Ancak bu kur seviyelerinin şirket bilançoları açısından avantajlı olmadığı da ortada. Bu nedenle senenin son kalan iş günlerinde kurların biraz gevşe(til)mesini bekleyebiliriz.)

Bugünden ileriye, 2018’e baktığımızda da, özellikle ABD’de politika faizinin 2 değil de, 4 kez artma ihtimalinin kuvvetlendiği bir dönemde, kur üzerindeki baskıların devam etme ihtimalinin arttığı söylenebilir. Bu duruma bir de Türkiye’ye özgü cari açık, artan enerji fiyatları ve olası iç-dış siyaset gelişmelerinden kaynaklanabilecek riskleri katarsak 2018’de para ve maliye politikalarında sıkı bir duruş sergilememiz gerekliliği daha da belirginleşmekte. Lakin, son faiz artırımının da ortaya koyduğu gibi bu konuda ne kadar “sıkı” durabileceğimiz oldukça muallak. (Bu arada son 4 haftada döviz rezervlerinde 6 milyar doların üzerinde bir azalış meydana gelmiş durumda. Mamafih, bu erime MB’nın kendi rezervlerinden değil de, bazı bankaların (döviz yaratmada zorlandıklarından dolayı olsa gerek) bir kısım zorunlu karşılıklarını TL olarak yatırmayı tercih etmesinden kaynaklanmakta.)

Türkiye’de son 10 yıldır para politikasının ne kadar sıkı veya gevşek olduğu ve gerçek anlamda bir anti-enflasyonist para politikası izlenip izlenmediği konusunda pek çok görüş öne sürülebilir. Ancak, faiz verim eğrisi uzun bir süre (enflasyonist baskılar iyice kırılıncaya kadar) aşağı yönlü kalmadığı sürece, gerçek bir anti-enflasyonist politikadan bahsetmek mümkün olmaz. Geçmiş verim eğrisinin yönünü ortalama fonlama faizini gösterge tahvil faizinden çıkararak kabaca tayin edebiliriz. Son 7 seneye baktığımızda, 2011 başından beri geçen 362 haftanın sadece 69’unda fonlama faizinin gösterge tahvil faizin (ortalama olarak yüzde 0.5) üzerinde seyrettiğini görüyoruz. Geri kalan 293 haftada ise fonlama faizleri tahvil faizinin ortalamada yüzde 1.6 kadar altında kalmış. Böyle bir para politikasına anti-enflasyonist demek oldukça zor!

Gerek TÜFE, gerekse de çekirdek enflasyon göstergeleri son 14 yılın rekor seviyelerine tırmanmışken, MB bile yaptığı utangaç artışta çıktı fazlasına (=ekonominin aşırı ısınması) işaret ederken ve ileriye yönelik yukarıda kısaca bahsettiğim riskler mevcutken, bazı yorumcular ise faizin artırılmamasını ve “düşük faiz + yüksek kur” politikası takip edilmesini salık vermekteler. Öncelikle şunu unutmayalım: Türkiye öyle böyle değil, “ağır” dolarize bir ülkedir. Yastık altındaki dövizleri bir kenara bıraksak bile, varlıklar tarafında geçen hafta itibarıyle toplam bankacılık mevduatlarının yüzde 42’si döviz mevduatlarından oluşmaktadır. Krediler tarafında ise bu oran yüzde 31’dir. (Türkiye’nin toplam dış borç stoku ise 3. Çeyrek itibarıyle 437 milyar dolarla milli hasılasının yüzde 52’si kadardır.) Böyle bir ekonomide yerel paraya itibar kazandırmadan bir normalizasyon sağlamak mümkün değildir. Bu da mevduat sahiplerinin tasarrufl arını eriten düşük faizlerle sağlanamaz. (Reel faizlerin aşırı düşük tutulmasının varacağı nokta ise dövize kaçışın hızlanması, kurların ve enflasyonun kontrolden çıkması, döviz mevduatlarının dondurulması ve sermaye hareketlerinin kısıtlanması olur ki, bunun sonunda meydana gelecek kaos ve milli hasıla gerilemesini hiçbir yönetim ne ister, ne de kaldırabilir.)

Değersiz TL savunucularının diğer bir argümanı da TL’nin zayıfl aması ile birlikte dış ticaret açığımızın ve döviz dengemizin düzeleceği sanrısı. Ancak ne Türkiye ekonomisi 1980’lerin Türkiyesi, ne de ihracatımız döviz hareketlerine bu kadar hassas. (Aksine, hatırlatırım, Türkiye’nin ihracatta en büyük ivme kazandığı yıllar (36 milyar dolardan 132 milyar dolara) 2002- 2008 yılları arasındaydı. Bu yıllarda dolar kuru ise 1.60’lardan 1.18’e kadar gerilemişti!) Son tahlilde, TL’nin değer kaybetmesi Türkiye ekonomisinin de değer kaybetmesi anlamına

Neyse, biraz başlıktaki konunun dışına çıktım sanırım. Geri dönersek, ekonomide son 4.5 senedir neredeyse mütemadiyen yaşanmakta olan devaluasyon nedeniyle uzun süreden beri biriken fiyat ve zam baskısını da dikkate alırsak, enflasyonun önümüzdeki sene yüzde 10’lar civarında kalacağını söyleyebiliriz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019