Açık ve basit

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

 


Kaba siyaset biliminin gelenek ve çağdaşlık, devamlılık ve değişim, tepeden devrim, merkez ve çevre gibi klişeleri bu ülkede işleyen gerçek mekanizmanın hakiki bir analizini yapmaya yeterli olanak sağlamaz. Aslında bu kavramlar doğu/güney çağdaşlığı ve demokratlığının batılı/kuzeyli ebeveynleriyle arasındaki mesafeyi ölçmek için kullanılmaktadır. Bu avadanlık dünyanın bu ucundaki milliyetçiliğin, İslam'ın ve hatta sosyalizmin özgün patikalarında gezinirken rastladığımız siyasi ilişkileri ve bundan öteye geçen ilgi çekici kültürleri "anlamaya" yetmez. "Açıklaması" zaten mümkün değildir.

Anderson (1983) oldukça kabul gören ve övülen kitabında "milliyetçilik tahayyül edilmiştir fakat kuramsal olarak kavranmamış ve öyle kurgulanmamıştır" temasını işlemişti. Bu teze göre milliyetçilik dinci bir topluma veya bir hanedan krallığına eşit derece yakındır. Bu iki ilişik kültürel sistem kendi görselliğini sunmakta ve, eşit dozda, kendi inandırıcılığına sahip olduğu kabul edilmektedir. Ne var ki, milliyetçilik kendi zaman ve mekan tasavvurunu, kendi kültürel ifade araçlarını (kitap ve gazete gibi) gerektirir; Milliyetçi çekiciliğin merkezinde kitaplar yer alır ve milliyetçilik haliyle okur yazarlığı gereksinir. Kapitalizm/ulus, çağdaşlık/ulus, sekülarizm/ulus çiftleri rastlantısal değildir: Doğaları gereği birbiriyle ilişkili bir yapıya sahiptir. En nihayet seküler/laik olmayan bir demokrasi de icat edilmemiştir çünkü terimde çelişkidir.

Avrupa'da kitap okuma yaygınlaştıktan üç asır sonra  milliyetçilik tam olarak yaygınlaştı. Anderson'a göre 1600 yılına kadar Avrupa'da yaklaşık iki yüz milyon cilt kitap basılmış ve şüphe yok ki basılı yazım dünyanın çehresini  ve vaziyetini değiştirmişti. Oysa ki 1500'lere gelindiğinde Avrupa'da yüz milyon insan ve sadece yirmi milyon cilt basılı kitap mevcuttu. Anderson, kitlesel okurluk ve popüler edebiyat arasında doğan ilişkinin 1520 ila 1540 arasında Protestanlığın ortaya çıkışına yol açtığını da saptamıştı. Aslında Latince neredeyse manastır ve üniversite dışında hiç konuşulmadığı ve hiç bir zaman  Avrupa'daki kültürel değişimi sağlayacak kabul gören dil olamadığı için bir avantaj da yok değildi: Yöresel anadil ve yazılı malzeme kolayca yayılabildi. Türkçesi; Okumadan hiç bir şey olmaz. 1163 yılında Notre-Dame katedralinin inşasına taş taşıyan ortalama bir Parisli nasıl bir boş inanç sistemine ve bugün fantastik bir kurgu gibi gelen bir doğal kozmogoniye sahipse, orada taş keser, kalırsın. Çünkü daha "uzun 13. Yüzyıl" bile başlamamıştı.

Geçmişte politik felsefeler bugün olduğundan çok daha titiz ve anlaşılması daha zor bir şekilde oluşturulurdu. Çünkü o zamanlar politika edebiyatın, felsefenin ve güzel söz söyleme sanatının içinden geliştirilirdi. Matbaa Avrupa'da altın çağına  girerken ve basılan kitaplar yerel anadillerde orta sınıf kesime ulaşırken, klasik kitaplar eğitimli kesime ulaşacak nitelikte değildi. Ama her şeye rağmen tam bir yazılı iletişim kültürünün gelişmesi milliyetçiliğin, ve elbette demokrasinin, ortaya çıkabilmesi için gerekli bir önkoşuldu. 17.yüzyıl İngiliz devriminde görüldüğü gibi, milliyetçilik kentlilerin, köylülerin ve soyluların politik anlaşmazlıkların ve müzakerelerin şeklini ve estetiğini biçimlendirebilmeleri demekti. Bundan daha geri biçimlerin bir ulus oluşturabileceğini düşünmek sadece mikro milliyetçilikle sonuçlanır. Okumadan bilmek nasıl mümkün değilse, Rönesans-Aydınlanma-Fransız Devrimi (özgürlük-eşitlik-kardeşlik) olmadan da insanın tanımı yapılamıyor.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019