Almanya miyopik ve ben-merkezci politikalarına son vermeli

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

 

Haftasonu yapılan seçimlerde Angela Merkel oyların %42’sini alarak büyük bir zafer elde etti. (Tek başına iktidar olmasını küçük ortağı FDP’nin barajın altında kalarak parlamentoya girememiş olması engelledi.) Açıkçası bu çok şaşırtıcı bir gelişme olmadı çünkü 2004 yılından beri kesintisiz yüksek cari fazla veren Alman ekonomisi Güney Avrupa ülkelerinin aksine istikrarlı bir büyüme trendi içinde.

Hiç şüphe yok ki, Merkel’e oy veren milyonlarca Alman “aşırı borçlanan tembel Güneyliler içine düştükleri durumu hakettiler” şeklinde düşünmekte. Ancak böyle düşünen Almanlar aynı zamanda geçmişlerini de unutmuşa benziyorlar. Fütursuzca bir yatırım harcamasına girmiş olan Nazi Almanya’sında kamu borcunun milli hasılaya oranı %670 gibi dudak uçuklatıcı bir seviyedeydi. (Esasen savaşı başlatan ana sebep de buydu.) Almanya’nın yenilgisinden sonra Müttefikler ise son derece akılcı davranarak Alman hükümetinin borçlarının neredeyse tamamını sildiler, savaş tazminatı olarak da çok cuzi ve çok uzun vadeye yayılmış miktarlar talep ettiler. (Almanya savaş borçlarının son taksidini tam 65 sene sonra, 2010 yılında ödedi!) Öyle ki, 1952 yılında Almanya’nın borç / milli hasıla oranı sadece %15 idi. (Aynı dönemde pek çok Müttefik ülkesinin borç oranı bu seviyenin çok daha üzerindeydi.)

Öte yandan, Almanya’nın 1989 sonrasında Doğu Almanya’yı bünyesine katarken, ekonomik birleşmeyi son derece “uygun” şartlar içinde sağladığını da unutmamak gerekiyor. O dönemde, neredeyse değersiz sayılabilecek “fiktif” Doğu Alman ekonomisinin para birimi bire bir değerinden Alman markına çevrildi. Ayrıca Batı Almanya Doğu Alman ekonomisinin yeniden inşası için gözünü kırpmadan bugünün değeriyle 1 trilyon euronun üzerinde bir harcama yaptı. Hiç şüphesiz ki Müttefikler savaş sonrasında ve Almanlar birleşme sonrasında bugünkü Almanya’nın Yunanistan ve diğer Güney Avrupa ülkelerine empoze etmeye çalıştığı “kemer sıkma” politikalarını uygulamış olsalardı, bugün Almanya çok daha fakir bir ülke olacaktı.

Bugün, zor durumdaki Avrupa ülkelerinde işsizlik oranı %12 ile %28 arasında değişmekte. Yunanistan’da genç nüfusun işsizlik oranı %65. (2008 yılında bu oran %25 idi.) İnsanlar (özellikle genç nüfuslar) bu ülkelerde canları istediği için değil, iş bulamadıkları için işsiz. Ancak, Alman politikacılar bu durumu idrak etmemekte inat ediyorlar. Hatta, geçen hafta Alman Maliye Bakanı Schauble “Euro Bölgesi’nden gelen pozitif ekonomik sinyaller karşısında tüm Dünya bayram etmeli” şeklinde bir açıklama yaptı. FT’den Martin Wolf’un deyimiyle “eğer devam eden buhran ortamı ve kitlesel işsizlik bir başarıysa, Euro Bölgesinde gözlemlenen düzelme gerçekten de büyük bir zafer olmalı!”

Nasıl ki bir ekonomi için kronik yüksek cari açık ciddi bir soruna işaret ediyorsa, kronik yüksek cari fazla için de aynı şey söylenebilir. Almanya yıllardır aşırı yüksek oranda cari fazla vermekte. (Almanya’nın 2004-2012 cari açık fazlasının ortalaması %6.1). Krize kadar Almanlar yüksek cari fazlalarını daha çok Avrupa içinde elde ediyorlardı. Bunu da büyük ölçüde Alman finans kuruluşlarının Güney Avrupa ülkelerine verdikleri borçlarla gerçekleştiriyorlardı. Kriz sonrasında bu ülkelerin finansman imkanlarının azalması ve milli gelirlerinin gerilemesi neticesinde, Almanya’nın cari fazlası son dönemde belirgin bir şekilde AB dışına kaymış vaziyette. (Nitekim, bizim de Almanya ile olan ticaret açığımız Temmuz’da 12 aylık kümülatif değer olarak 10 milyar doları geçerek tüm zamanların en yüksek seviyesine gelmiş durumda.) Ancak, bir ülkenin devamlı surette diğer ülkelerin aleyhine (ve hatta onları uzun dönemde iflasa sürükleyecek bir şekilde) ticaret fazlası vermesi kabul edilebilir bir iktisat politikası değil. Neticede, Almanya’nın mutlaka kendi iç üretimini iç tüketimi ile karşılaması ve bu şekilde küresel dengesizlikleri de azaltması gerekiyor.

Aksine, bugünlerde Almanya kendi uyguladığı bu çarpık politikayı diğer Euro Bölgesi ülkelerine de uygulatmaya çalışıyor. Görünüşte de bu ülkeler cari açıklarını azaltmış durumdalar. Ancak bu azalma verimlilik artışı (=işsizlik artışı) ve özellikle de iç talepteki keskin düşüşle sağlanmış durumda. Ayrıca bu sürdürülebilir bir politika da değil çünkü Avrupa’nın bütünü Almanya gibi dış dünyayla yüksek oranda cari fazla verebilmek için çok fazla büyük. Öte yandan, Euro Bölgesi ülkelerinin geçici de olsa cari fazla vermeye başlaması, bir süre sonra euro’nun aşırı değerlenmesine yol açarak krizdeki ülkeleri başlangıçtan daha da kötü bir durum içine sokacaktır.

Sonuçta, Almanya’nın kendi iç talebini artırarak cari fazlasını düşürmesi, ve krizdeki ülkelere daha fazla “kemer sıkma” yaptırımları yerine büyümeleri önünde büyük bir engel teşkil eden borç stoklarını cömert bir şekilde yeniden yapılandırma imkanları ortaya koyması gerekiyor. Aksi takdirde, değil Euro Bölgesi’nin, AB’nin kendisinin bile geleceğinin sorgulanacağı bir süreçe girilebilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019