“Anne ben hiç tartışmayayım!”

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 guventurk@portakalonline.com

Onüçüncü İstanbul Bienali’ne gidenleriniz vardır. Gitmeyenlerinizin bir bölümü de sağda solda “Anne ben barbar mıyım?” sorusuna muhatap olmuştur. Gitmeyenler ve görmeyenlere ise en azından bu bienal için çok fazla bir şey kaçırmadıklarını söyleyebilirim.

Ne yalan söyleyeyim, Bienal’in Tophane Antrepo’da yer alan ayağını gezdikten sonra diğer bölümlere hiç uğrama gereği duymadım. Zira sergiyi gezerken, burada sergilenen sanat eserlerinden adeta hiçbir şey anlaşılamaması, Bienal’in anlatmak istediği şeyin -o da her neyse- tartışılmaması için kurgulandığı gibi bir his kapladı içimi.

Çok sıkı bir çağdaş sanat takipçisi olmamakla birlikte, İstanbul bienallerine ufuk açıcı tartışmaları ayağımıza kadar getiren çağdaş sanat temsilcilerinin bakış açılarına duyduğum ilgiden dolayı giderim. 13. Bienal’e de özellikle Gezi sonrasında “kamusal alan” tartışmasının yarattığı heyecan ve beklentiyle gittiğimi söylemeliyim.

Sergideki açıklamaların azlığını ve yetersizliğini, var olan açıklamaları da 9 puntoluk bir yazıyla, okuyan insanları iki büklüm edecek şekilde yerden en fazla 120 santim yüksekliğe yerleştiren sergileme mantığını hiç sorgulamıyorum bile. Ayrıca “kamusal alan” tartışılıyor diye serginin bedava yapılmasına karşılık rehberli turun 20 lira olmasının yarattığı yaman çelişkiyi, hatta ve hatta serginin ancak rehberle anlaşılabiliyor olmasını da sorgulamadan geçiyorum.

Bunları sunum hatası veya hoş görülebilir çelişkiler olarak görüp geçebilirdik elbette, ama çağdaş sanatın önümüze getirdiği bir kamusal alan tartışmasının kamunun gerisinde kalması pek de hoş görülebilir bir durum gibi gelmedi bana. 

Evet. Bienal hazırlıklarının çok önceden başladığını, bundan iki yıl önce, bir yıl önce, ortaya konulan ve kamusal alanı sorgulayan bir kavramsal çerçevenin gündeme yeni bir soluk getirme gücünün olduğunu kabul ediyorum. Her zaman, pazarlama güncel gelişmelerin ekonominin, politikanın, sosyal yaşamın gerisinde kalmamalı, pazarlamacılar bütün bunları göz ardı ederek bir pazarlama faaliyetinde bulunmamalı diyoruz değil mi? Peki, sanat bütün bunların gerisinde kalabilir mi? Üstelik çağdaş sanat...

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV), açık kaldığı bir ay boyunca 350 bine yakın kişinin gezdiği 13. İstanbul Bienali’nin Türkiye’nin en çok ziyaret edilen sergisi olduğunu söyleyerek övünüyor. Bu sergi, eğer geçen yıl bu zamanlarda yapılsaydı ve yine 350 bin kişi gezseydi, bütün anlaşılmazlığına ve ortaya koymaya çalıştığı konuyu tartışmadaki “utangaçlığına” rağmen bu elbette büyük bir başarı olarak görülebilirdi.

Gelgelelim, Türkiye’de haziran ayından beri yaşananlar “kamusal alan” tartışmasında eşiği öyle bir yükseltti ki, geçen yıl için toplumun çok önünde olan bir “tartışma kurgusu” aniden toplumun gerisine düşüverdi. Burada elbette direniş için sokağa çıkan 3.5 milyon kişinin ve onlara değişik şekillerde destek veren on milyonlarca kişinin kamusal alan kavramını yalayıp yuttuğundan veya bu tartışmayı çoktan aştığından söz etmiyorum. Ancak Bienal’le getirilmeye, yaratılmaya çalışılan kamusal alan tartışmasının insanlara uzaktan yakından dokunamadığından söz ediyorum. Oysa çoğunlukla, adeta “içgüdüsel” olarak insanların sahip çıkılan “kamusal alan”ın bilincimizde derli toplu bir yer edinmesini sağlayacak, en azından buna katkı sunacak bir tartışma yaratabilirdi “Anne ben barbar mıyım?” sorusu.

Yanlış anlaşılmasın, burada Bienal’e katılan sanatçıların ve eserlerin yeterliliğinden veya yetersizliğinden söz etmiyorum. Tam aksine bu eserlerin ve sanatçıların toplumun yaşadığı kamusal alan deneyimine temas edecek bir bağlama oturtulamadığından veya bilinçli olarak oturtulmadığından söz ediyorum.

İnsanların veya tek bir insanın yalnızca bir metrekare alanda, hiçbir şey yapmadan, yalnızca durarak bütün ülkeyi bir kamusal alan tartışmasına çekebilme gücüne sahip olduğunu gördük ve deneyimledik. Peki, bu deneyimi elde etmiş 350 bin kişi Bienal’i ziyaret ettiğinde, Bienal onlara bu deneyimlerini oturtabilecekleri bir çerçeve sundu mu?

Doğrusunu isterseniz içimde birkaç şey kıpraştıran bazı eserler dışında ben bir sunum çerçevesi veya sergi bütününün sağladığı doğru düzgün bir bakış açısı göremedim.

Oysa koskoca bir direnişin ardından herkesin zihnini açacak, içgüdüsel olarak yaşananı bilinç düzeyinde tartışmamızı sağlayacak, yalnız İstanbul değil ülke geneline yayılmış, 350 bin kişinin değil, milyonlarca insanın dahil olduğu, şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir kamusal alan tartışması yaşayabilirdik... İnanın çok da iyi olurdu!

Ama İKSV buna katkı sağlamak yerine kamudan da alandan da bir an önce uzaklaşmayı tercih etti. Keşke “Anne ben barbar mıyım?” yerine “Anne ben hiç tartışmayayım” deselerdi de konu kapansaydı...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018