Kurallar değişince eski oyunu oynayamazsınız

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 guventurk@portakalonline.com

Geçen yazıma “Uzun zamandır konusu siyaset olan yazı yazmıyorum” diye başlamıştım ama aynı konuda bir yazı daha yazmadan geçemeyeceğim.

Hatırlayacağınız gibi CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce ve CHP’nin yönetici ekibi seçim gecesi yaptıkları hatalarla epey tepki çekmiş, tamiri zor bir güven kaybı yaratmışlardı. Daha sonra bu iki kanat arasında ciddi iletişim sorunları olduğu yönünde haberler, dedikodular çıktı ve başlangıçta her iki tarafın da inkâr etmesine rağmen parti kurultay sürecine girdi.

Burada en ilginç noktalardan biri seçim gecesi yapılan hataların, aradan bir ay geçmesine ve seçmenlerin çok büyük tepkisine rağmen hala ısrarla sürdürülmesi. Örneğin Muharrem İnce’nin, Habertürk kanalında Didem Aslan’ın sorularını yanıtlarken “Oylar yüzde 49,9'a düştüğü zaman ikinci tura kalacak, sizde gelip ikinci turda yeneceksiniz öyle mi?” cevabı, tıpkı seçim gecesi olduğu gibi tüm seçim kampanyasının inkârı anlamına geliyordu. Benzer şekilde “Niye kimse konuşmuyor”, “Neredesiniz” ya da “Meclis işlevsiz bırakıldı” türü çıkışlar da seçmen gözünde hedefi belli olmayan, amaçsız çıkışlar olarak kaldı.

Diğer yandan mevcut CHP yönetiminin tutumunu burada tekrarlamaya bile gerek yok. “Bizim mahallenin dışına hitap edeceğiz” çıkışları, “Kurultay kesinlikle yok” açıklamaları, günlerce “Adil Seçim Platformu’yla ilgili rapor hazırlıyoruz” dedikten sonra; yayınladıkları raporda, elde ettikleri sayım sonucunun yine yer almaması, yemin töreninde “Ayağa kalkmayacağız” türü naiflikler, kendileri kurultaydan kaçarken kurultay isteyenleri “Koltuk sevdalısı” olmakla suçlamalar ve saymaya kalksak buralara sığmayacak tutarsızlıklar…

Aslında şimdi, “CHP hep böyleydi yeni mi gördün” diyenler de olacaktır. Bu eleştiride elbette haklılık payı var ancak partideki bu durumu daha da göze batar hale getiren, seçimde istenen sonucun alınamaması veya parti içi çekişmeler değil. Evet bunlar zaten daha önce de vardı ve istenen sonuç önceden de alınamıyordu. Burada esas mesele, çevresel koşulların tamamen değişmesine rağmen, yöneticisi ve muhalifiyle partililerin değişen koşullara uyum sağlama yönünde bir çaba göstermeyip eski tutum ve davranışlarında ısrar etmesi.

Türkiye’de anayasalarla parlamenter sistemin bazı özellikleri değişse de, partilerin amaçları, ülkedeki karar alma mekanizmaları, kararların nasıl etkileneceği, bürokrasinin nasıl çalıştığı, yerel yönetimle bürokrasi arasındaki ilişkiler vb. üç aşağı beş yukarı herkes tarafından bilinir ve bu ortama uygun stratejiler, taktikler geliştirilirdi. Seçmen de bu koşullarda, verdiği oy karşılığında hizmet talep eder, vekilleri aracılığıyla istediği hizmetin ya da çözemediği sorunun takipçisi olurdu.

Oysa 24 Haziran seçimleriyle, kimine göre “Rejim” kimine göre “Yönetim sistemi” tamamen değişti ve artık siyaset yapılan ortam bir, üç. beş, on yıl öncesiyle aynı değil. Doğrusunu isterseniz oyunun, sahanın ve kuralların değiştiğini seçmenin fark etmesi de epey zaman alacak gibi görünüyor. Yani eskiden vekiller aracılığıyla talep ettiği hizmeti, çözdüğü sorunu artık çözemediğinde, derdini Meclis’e giderek, vekiline anlatarak, hükümete iletemediğinde seçmen nasıl bir yol izleyecek, ne yapacak henüz belirsiz.

Seçmenin bu durumu fark etmekte gecikmesi normal karşılanabilir ancak siyasi partilerin aynı durumda olmasını kabul etmek pek de mümkün değil. Zira siyasi partileri yöneten insanların, parti meclisi veya MYK üyelerinin veya bu konumlara talip olanların, milletvekillerinin ve diğerlerinin seçmenlerinin çok çok önünde vizyon sahibi olması gerektiğini düşünmek pek da abartılı bir beklenti olmasa gerek.

İşte bu nedenle CHP’nin ve diğer muhalefet partilerinin, sanki ülkede hiçbir şey değişmemiş gibi eski araç ve yöntemlerle muhalefet yapmayı bir kenara bırakıp değişen koşullarda ortaya yeni bir vizyon ve strateji ortaya koyması gerekiyor. Yani artık Türkiye’de “Meclis’in işlevsizleştirildiğini” söylemek siyaset yapmak için yeterli değil. Bunun yerine, “Bizim partimizin amacı nedir? Biz ne için siyaset yapıyoruz? Üç yıl beş yıl on yıl sonra toplum ne durumda olacak, biz hangi konumda olmalıyız? Ülkedeki karar mekanizmaları nelerdir? Toplumla iktidar arasındaki ilişki nasıl şekillenecek? Toplumsal talepler siyasete hangi kanallarla yansıyacak? Bu süreçte nasıl tıkanıklıklar ve boşluklar ortaya çıkacak?” gibi sorular sormak ve cevaplarını aramak gerekiyor.

Eğer önümüzdeki yıl yapılacak yerel seçimlerden anlamlı birtakım sonuçlar alınması düşünülüyorsa bu tür soruların yerel yönetimler özelinde ve çok hızlı bir şekilde sorulup cevaplanması da gerekiyor. Aslına bakarsanız iktidar partisi dahil Türkiye’deki hiçbir parti bu soruları sorma aşamasında değil. Ancak iktidar partisi, iktidarda olmanın rahatlığıyla hareket ederken, muhalefetin çok daha hızlı davranması gereği de ortada.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018