Aynı tas aynı hamam

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ dunyaweb@dunya.com

Türkiye'nin 'tarihi' olarak nitelendirilebilecek seçimleri geride kaldı. Büyük beklentilerle gidilen seçimin sonuçları çok da heyecan verici olmadı. 24 Haziran öncesindeki gelişmeler Türkiye'nin büyük bir siyasi dönüşüm arifesinde olduğu izlenimi veriyordu fakat seçimlerin ardından çok fazla şeyin değiştiğini söyleyemeyiz. Hükümet, çoğu yönüyle seçimden öncesinden farklı değil. Her ne kadar Başkanlık sistemine yeni geçiliyor olsa da, sistemin getireceği birçok yetki, özellikle olağanüstü hal aracılığı ile, bir yıldan fazla bir süredir zaten yürürlükteydi. Bazı bakımlardan, statükonun yeniden teessüsü iyi bir şeydir: Türkiye'ye politik ve ekonomik ortamına bir miktar öngörülebilirlik ve istikrar getirir. Buna karşılık, yeni kurulması nedeniyle genç tabir edebileceğimiz bir başkanlık sistemi bünyesinde bazı orta ve uzun vadeli belirsizlikleri de barındırır. Seçim sonuçları sizce Türkiye’nin dış ilişkilerini nasıl etkileyecektir?
 
Aynı hükümet, aynı jeopolitik sorunlar... Seçim sonuçları Türkiye'nin dış ilişkilerinin nasıl bir gelişme göstermesini bekliyorsunuz?

Dış aktörlerin beş yıl daha aynı yönetime muhatap olacaklarını dikkate almak zorunda oldukları aşikar. Bu gerçek tek başına dahi Türkiye'nin dış ilişkilerine istikrar kazandırabilecek bir unsurdur, çünkü böylece öngörülmezlik azalmış olacaktır. Buna ek olarak, dış politikanın muhtevası açısından herhangi bir değişiklik olası mıdır sorusu sorulabilir. Artık önünde seçim süreci bulunmayan hükümet, dış politikasını oluştururken acaba kendini daha güvende hissedecek midir? Bir tahminde bulunmak kolay olmasa da, gerek Türkiye'nin gerek ABD'nin, iki ülke arasındaki ilişkilere istikrar kazandırmak arzusunda olduğunu düşünüyorum. Bu, güçlük yaratan sorunları çözmek için çaba sarf etmeleri gerektiği anlamına geliyor. Çözüm bekleyen bir dizi sorun var: Rusya’dan S-400 füze sisteminin alınması, ABD’nin iadesini istediği Amerikan vatandaşı tutuklu bir rahip ve ABD Büyükelçiliği’nde çalışan Türk uyruklu bazı çalışanların durumu, ABD Mahkemesi'nin Halkbank’a ilişkin kararı, Gülen'in Türkiye'ye iadesi ve ABD'nin YPG'ye destek vermesinden kaynaklanan sorunlar. Önümüzde uzun bir liste var. Şüphesiz, iki büyük ülkenin her cephede uyumlu bir ilişki sürdürmesi beklenemez. Önemli olan sorunları nasıl ele aldıklarıdır. Şimdilik, her iki tarafın da sorunları tırmandıracak hasmane ifadelerden kaçınacağı ve sorunlarını yapıcı bir yaklaşımla ele almaya çalışılacağı kanaatindeyim.

Buna karşılık, AB ile farklı bir hikaye yaşanıyor. Şu sıralar AB zorluklarla boğuşuyor. Bu durum AB ile ilişkileri iyileştirmeyi daha da zorlaştıracaktır. AB şu anda Batı Balkan ülkelerinin üyeliğini tartışıyor. Fransa ve Hollanda bu ülkelerin üye olarak kabul edilmesi konusunda isteksizlik sergiliyor. Diğer üyeler ise, bu ülkelerin AB'ye dahil edilmemeleri halinde giderek Rusya'nın daha fazla etkisi altında kalacakları endişesini taşıyorlar.

Sorunun çözülebilmesinin bir yolu, çekinceleri bulunanlara üyelere, bu küçük ülkelerin Birlik’e katılmasının hiçbir şekilde Türkiye'nin de üye kabul edileceği anlamına gelmediğine dair güvence verilmesidir. Türkiye'ye dönük gayri dostane ve eleştirel yaklaşım izlenmesi, AB içinde Batı Balkan ülkelerinin üyeliğine karşı direnci yumuşatabilir. Türkiye-AB ilişkileri, istenmeyen yöne doğru gelişen bir görünüm veriyor. AB, Türkiye ile gümrük birliği anlaşmasını masaya yatırmak için sürekli yeni şartlar öne sürüyor ve vize serbestisi konusunda da isteksiz bir tavır sergiliyor. Suriyeli mülteciler için Türkiye’ye maddi destek verme vaatlerini de tam olarak yerine yerine getirmediler; sözlerini tutmuyorlar. AB'nin kendi içinde de tutarlı hareket etmediği düşünüldüğünde, şimdilik Türkiye ile ilişkilerin daha iyiye doğru evrilmesini beklemek için bir neden yoktur.

Başkan Erdoğan'ın artık yeni yetkilerle donatıldığını düşündüğümüzde, dış politikadaki bu zorlukları aşmayı daha agresif bir yaklaşımla ele alabilir mi?
 
Dış politika, sadece ülkelerin iç politikaların bir uzantısı değildir. Harici aktörlerin amaçlarını ve ellerindeki araçları da göz önüne almanız gerekir. Nitekim daha seçimlerden önce, ABD'ye dönük hasmane dilin zayıfladığını ve sorunların müzakereler ve iletişim yoluyla çözülme isteğinin tırmanmakta olduğunu gözlemledik. Hala çözüm bekleyen önemli sorunlar var; ayrıca rahibin tutukluluğu gibi sembolik meseleler de kalıcı izler bırakmaya başlıyor. Türk mahkemelerinin olabildiğince hızlı hareket etmesi ve bir karara varması ilişkiler açısından yararlı olabilir. Fakat ABD-Türkiye ilişkilerini incelediğimizde, Amerikan dış politikasının yapımında çeşitli aktörlerin etkili olduğunu dikkatten uzak tutmamalıyız. Tek siyasi yapımcısı Trump yönetimi değil. Amerikan Kongresi yönetimden bağımsız bir aktördür; Kongre'nin endişelerinin de ihmal edilmemesi gerekir.  Benzer şekilde AB ile ilişkilerinde Türkiye birden fazla ülke ve kuruma muhatap olduğundan, yaklaşımını bu unsurların her birini kaale alacak şekilde düzenlemek mecburiyetindedir.

Bu seçimlerdeki önemli bir gelişme de AK Parti'nin meclis çoğunluğunu kaybetmesi. Sizce bu AK Parti’yi kısıtlayacak mıdır?
 
Dış politikayı oluşturan eylemler çoğu zaman parlamento onayı gerektirmiyor. Bu nedenle yürütmenin elinin nispeten rahat olacağını düşünüyorum. İkinci olarak, iktidar partisi ve onun ittifak ortağı MHP’nin bakış açısı çoğu zaman birbiriyle örtüşüyor. Üçüncü olarak, iktidar partisinin çoğunluk oluşturması için gerekli olan sayı çok büyük değil ve gerçekten ihtiyaç duyulduğunda, çoğunluğu sağlamak için bazı AK Partili olmayan milletvekilleri muhtelif yöntemlerle ikna edilebilir. Dolayısıyla parlamento çoğunluğunu kaybetmenin iktidar partisini politikalarını uygulamasını önemli ölçüde kısıtlamayacağını düşünme eğilimindeyim.

Dışişleri bakanının değişmesini bekliyor musunuz?
 
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu milletvekili seçilmiş bulunuyor. Anayasaya göre dışişleri bakanı olarak atanırsa, milletvekilliğinden istifa etmesi gerekecek. Milletvekillerini meclisten ayırmak konusunda Cumhurbaşkanı katında isteksizlik olacağını düşünüyorum. Bu nedenle, yeni bir ismin dışişleri bakanı atanması kuvvetle muhtemeldir. Sayın Çavuşoğlu da parlamentoda dış ilişkiler komisyonunun başkanlığını üstlenebilir. Ancak şimdiye kadar görüldüğü üzere, Sayın Erdoğan dış politikayı kendisinin yürütmesini seviyor. Bu da, kim dışişleri bakanı olursa olsun, siyasetin belirlenmesi ve icrasında ikincil bir role sahip olacağına işaret ediyor.

Ancak Sayın Çavuşoğlu, yabancı mevkidaşları saygı gören bir isimdi?
 
Zaman içerisinde daha fazla tanınan ve sayılan bir siyaset adamı oldu ve görünüşe göre Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanlığı gibi daha önceki hizmetlerinde gösterdiği başarılar var. Tanınmış ve kabul gören bir şahsiyet. Bir sonraki kişinin kim olabileceğini ve onun niteliklere sahip olacağını bilemeyiz. Eğer emekli bir diplomat atanırsa, en azından uluslararası çevrelerde nasıl davranılacağını bilen biri olacağından emin olabiliriz. Seçim, teknokratlar ve politikacılar arasında olacakmış gibi görünüyor. Yeni sistemde, başkanın bakanları teknokratlar arasından seçmesi ve siyaseti küçük bir siyasi danışman grubuyla oluşturması bekleniyor. Bu durumda başkan siyasetin baş yapıcısı olma ayrıcalığını sürdürecek, teknokrat bakanların işlevleri müşteşar niteliğine bürünecektir.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019