Ben de "Eyüp'te caz"a karşı olsam!

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 guventurk@portakalonline.com

 

Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul hoşgörü, çoğulculuk ve demokrasi açısından oldukça ilginç bir sınava sahne oldu ve her zaman olduğu gibi yerel ve merkezi otorite yine sınıfta kaldı. Sınav yeri, benim de çalışmakta olduğum Bilgi Üniversitesi'nin Santralistanbul Yerleşkesi, konu ise yıllardır aynı mekanda Efes Pilsen sponsorluğunda gerçekleştirilen "One Love" adlı müzik festivaliydi. Festival öncesi Eyüplü bir grup "Hassas vatandaş", Eyüp Sultan gibi dini açıdan önemli mekanların "yakınında" hem de "Ramazan arifesinde", "içki festivali" yapılamayacağı gerekçesiyle bir kampanya başlattı. Yanlış anlamayın "vatandaş" dediysek öyle sıradan vatandaşlar değil. Bazı aşırı sağ partiler, bunların militan gençlik kadroları, isimlerinde bolca ilim, din, inanç, hizmet geçen muhafazakar sivil toplum kuruluşları bir araya gelmişti.
"Vatandaş"ın kim olduğunu anladıktan sonra işin bir de "hassas" kısmına gelelim. Hassaslık da tıpkı saydığımız türde örgütler gibi yakından tanıdığımız, bildiğimiz bir hassaslık. Mesela geçen yıl Topkapı Sarayı'nda yapılacak bir konseri "kutsal emanetlerin yakınında içki içemezsiniz" diye basan, Beyoğlu'nda bir tiyatroyu melekleri konu eden bir oyun nedeniyle tehdit edip belediye eliyle mühürleten, Batman'da açılan bir tango kursunu "buralarda bu işi yapamazsınız" diye kapattıran, başörtüsüyle ilgili kurduğu bir cümle yüzünden bir yorumcunun konserlerini iptal ettiren "hassaslık"tan söz ediyorum. Tabii bu örnekler yalnızca gazetelerde televizyonlarda duyabildiklerim, hatırlayabildiklerim. Anadolu'nun herhangi bir köşesinde bir araya gelen solcu gençlere yönelik "hassas vatandaş" tepkilerini, ramazanda oruç yiyenlerin maruz kaldıkları şiddeti saymaya kalksam sayfalar yetmez, biraz daha geriye gidip bu hassasiyetin nerelerde hangi canlara mal olduğunu anlatmaya da isterseniz hiç girişmeyeyim.

Eyüp'te, başka bir semtte veya tüm ülkede içki içilmesine, bir müzik festivalinde içki satılmasına veya bir festivale bir içki firmasının sponsor olmasına karşı olan bir grup vatandaşın, sivil toplum kuruluşunun buna karşı olduğunu söyleme hakkı elbette vardır. Hatta bunu protesto etmek isteyen insanlar gelip kapıda barışçıl bir gösteri de yapabilirler. Ancak kendilerini neredeyse "ermiş" katında gören birtakım külhanbeylerin en yakası açılmadık küfürlerle konser izleyicilerinden okul öğrencilerine kadar binlerce insana sözlü ve fiziki tacizde bulunması, bir okul yöneticisini neredeyse tartaklama aşamasına gelmesi herhalde demokratik bir hakkın kullanımından öteye geçer.

Tabii iş bu kadarla sınırlı kalsa, kolluk kuvvetleri üzerlerine düşen görevi yerine getirip hem konser izleyicilerinin, hem de protestocuların güvenliğini sağlayıp ortalığı sakinleştirse, yine ortada çok da büyütülecek bir sorun olmadığını düşünebiliriz. Ancak yerel yönetimin zabıtalarıyla, merkezi yönetimin de polisleriyle bu "hassas" grubun yanında durması, hele de yasal hiç bir dayanak olmadan, konser sırasında yerleşkede içki satışını fiilen engellemesine ne demeli? "Mahalle baskısının resmileşmiş hali" mi?
Kaç gündür billboardlarda "Ramazan'da Caz" afişlerini görüyorum. Bence çok da güzel bir etkinlik, mekan da Santralistanbul... Şimdi ben de bir grup hassas arkadaşımla "Mübarek günde caz mı olur, Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsunuz" diye konser bassam ne olacak?
Demokratik bir devletin görevi şu ya da bu görüşün, düşüncenin, şu ya da bu yaşam tarzının yanında olmak, bu düşünceyi ve yaşam tarzını geri kalanlara dayatmak değil, toplumdaki değişik görüşler, fikirler ve yaşam tarzları arasında denge kurarak birinin veya ötekinin diğerleri üzerinde tahakküm kurmasını engellemek olmalıdır. Daha doğrusu iktidar halkasının bir yerlerinden tutanların pek sevdiği klasik liberal düşünürler böyle olması gerektiğini söylüyor.
Liberal demokrasinin temeli olan güçler ayrılığı ilkesini ortaya atan Montesquieu, demokrasinin en önemli ilkesinin "erdem" olduğu görüşünde. Yasaları uygulamakla görevli olanların erdemli olması gerektiğini, bunun da kendilerini aynı yasaya bağlı saymakla gerçekleşebileceğini dile getiren Montesquieu şöyle devam ediyor: "Demokrasiyi besleyecek olan erdem, yurttaş yararına işlemde bulunmak anlamına gelen yurttaşlık sevgisi, yasa saygısı yani siyasi erdemdir. Ahlak ya da Hıristiyanlık ölçüleri bu erdemin yerini tutamaz."
Türkiye gibi aslında "çoğunluğun" var olmadığı, iktidarın azınlık ittifaklarıyla kazanıldığı bir ülkede, bu azınlıklardan birinin dinsel ve sosyal alışkanlıklarını sanki çoğunluk fikriymiş gibi toplumun geneline dayatmanın iyi bir yol olmadığını biraz tarih bilenler takdir edecektir. Bu saydığım ve dikkat çekmeye çalıştığım "hassasiyet" bu ülkenin yalnızca yaratıcı endüstrilerine yönelik sınırlı ve yüzeysel bir tepki olarak görülemez. Aksine çok uzun bir süredir, yaratıcılığa ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklere yönelik, devlet tarafından da himaye edilen bir "hassas vatandaş terörü"yle karşı karşıyayız. Bu terörün amacı toplumu aynılaştırmak ve sürüleştirmektir ki, bu hedefe doğru atılacak her adım sosyal, siyasi ve ekonomik açıdan bizi ancak bir felakete yaklaştırır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018