Bu sene büyümede beşe yaklaşsak bile uzun vade hâlâ bulutlu

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

İlk çeyrekte büyümenin yüzde 5 gibi en iyimser tahminlerin de üzerinde gelmesi senenin kalanıyla ilgili olarak da tahminlerin yukarı doğru revize edilmesine yol açtı. Unutmayalım ki bu büyüme KGF hormonlu banka kredilerinin devreye girmesinden önceki dönemi kapsıyordu. Ayrıca son 3 aydır kapasite kullanım oranları ve satın alma yöneticileri endeksi gibi verilerde yukarı yönlü hareketler söz konusu. Bu nedenle şimdiden 2. çeyrekte de en az 1. çeyrek kadar bir büyüme oranı görme olasılığımız yüksek. 3. çeyrekte ise pozitif yönde yüksek bir baz etkisi olacak. (Geçen sene 3. çeyrekte ekonomi yüzde 1.3 daralmıştı.)

Sonuç olarak, son çeyrekte biraz yavaşlama olsa bile bu seneyi yüzde 4.5'lerde bir büyüme oranı ile kapatmamız yüksek bir olasılık. Öte yandan açıklanan büyüme oranlarının ne kadar doğruyu yansıttığı da bir başka mesele. Geçen haftaki yazımda yüksek büyümeye rağmen işsizlik oranlarında gerileme yaşanmamış olmasındaki garipliğe işaret etmiştim. (Mamafih, o günden sonra yayınlanan iş gücü istatistikleri mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranının mart ayında önceki aya göre yüzde 0.2 gibi bir oranda azaldığını göstermekte. Ayrıca, durgunluktan çıkışların ilk evrelerinde işverenlerin ihtiyatlı davranarak mevcut iş gücüne ilave yapmaktansa mesai artışı yoluyla kapasite kullanımını artırmayı tercih ettikleri de bir vakıa.)

Yüzde 4.5 (özellikle son yıllara bakarsak) çok da fena bir büyüme oranı sayılmaz. Peki, bu kalıcı bir şekilde toparlandığımız ve artık sağlıklı bir büyüme ortamına girdiğimiz anlamına mı geliyor? Pek de değil maalesef. Öncelikle böyle bir büyüme elde edilirken hem kamu harcamalarında, hem de kredilerde çok hızlı ve yüksek oranlı artışların meydana geldiğini unutmayalım.

Ekonomi literatüründe trendin üzerinde aşırı hızlı kredi artışları genellikle kriz riskinde de bir artış olarak yorumlanmakta. Nitekim KGF'nin yeni limitlerinin devreye girdiği martın 2. yarısından haziranın ilk haftasına kadar olan 12 haftalık sürede banka kredilerindeki artış oranı yüzde 9 oldu. Bu da yüzde 45 kadar çok yüksek bir yıllık artışa tekabül etmekte. Ayrıca bu kredi artışının aynı zamanda kredi faizlerinin de oldukça yüksek olduğu bir döneme denk gelmiş olması esasında alınan bu kredilerin 'iş büyütmek' değil de, var olan borçları uzun vadeye yaymak amaçlı olduğunu net bir şekilde gösteriyor.

Bütçede hem SGK açıkları gibi mecburiyet arz eden harcamalarda, hem de sermaye giderleri ve mal alımları gibi daha arızi harcamalarda yüksek oranlı artışlar söz konusu. Buna karşılık vergi gelirlerindeki artış ise (vergi barışı ödemelerine rağmen) sınırlı. (Dayanıklı tüketim malları ÖTV'sinin geçici bir süre sıfırlanmasının yarattığı vergi kaybı ise son derece cüzi.) Sonuçta ilk 4 ayda faiz-dışı harcamalar yüzde 23.4 artarken, vergi gelirleri yüzde 12.6 artmış. Bu durum henüz kamu borçluluğunu riskli bir seviyeye taşıyacak boyutta değil. Ancak Hazine'nin borç itfasının üzerinde ihale yapması ve dış borçlanmaya gitmesi de kaçınılmaz.

Öte yandan, Fed'in giderek artan bir şekilde piyasa beklentilerinin üzerinde gelen 'şahin' tondaki açıklamalarına rağmen gelişmekte olan ülkelerden büyük bir sermaye çıkışı yaşanacağını zannetmiyorum. Özellikle eğer merkez bankamız acele edip TL faizleri zamanından önce indirmeye kalkmazsa. Öte yandan, bu dönemde şüphesiz taze para girişlerinde bir yavaşlama ve gelen paranın maliyetinde artışlar olacaktır. Bu da orta vadede büyümeyi bir miktar baskılayan bir faktör.

Peki, bu mevcut şartlar altında, daha uzun vadede ülke ekonomisi için ne kadar umutlu olmalıyız? Bu gerçekten de zor bir soru. Ancak, maalesef ki, hain darbe girişimi sonrasında derecelendirme kuruluşlarının not indirimi için öne sürdüğü gerekçelerden bir kısmının hâlâ geçerli olduğunu görmekteyiz. (Olağanüstü hal durumu ve bunun getirdiği bazı hak ve özgürlük kısıtlamaları, kamu kadrolarında meydana gelen zafiyet vs.) Maalesef, jeopolitik olarak da bölgemizdeki sorunların çözülme sürecine girdiğini söylemeyiz.

Bilakis her geçen gün yeni bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Bu durum hem idari kadroların mesaisinden yiyor, hem de nihayetinde ekonomik anlamda sıfıra yakın bir verimlilik ifade eden askeri harcamaların da artmasına sebep oluyor. Ayrıca, sıcak bölgelerle bu kadar içli-dışlı bir coğrafyada olmamız tabii ki (özellikle yabancıların) yatırım iştahını körelten bir durum. Ki, son GSYH rakamlarının da bir kez daha teyit ettiği gibi, son dönemlerde milli hasıla bileşenleri içinde en zayıf gelişimi gösteren (daha doğrusu gerileyen) bileşen özel sektörün makine-teçhizat yatırımları. Bu alanda bir ivme yaratamazsak uzun vadeli büyüme beklentileri konusunda da çok iyimser olamayız maalesef.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019