Doğru iktisat politikaları popülizm mi sayılmalı?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Dani Rodrik “Project Syndicate” platformundaki son yazısında biraz (hadi “popüler” demeyeyim ama) “kışkırtıcı” olma pahasına “acaba bazı durumlarda iktisadi popülizm doğru bir tercih olabilir mi?” sorusunu gündeme getiriyor. Ancak kendisi yazının ilk yarısında da (bir yanlış anlamaya mahal vermemek maksadıyla) daha çok iktisadi ve siyasi popülizmin çoğu zaman ne kadar yanlış olduğunu vurgulamakta.

Rodrik iktisaden popülist bir tepki verilmesinin haklı olduğunu düşündüğü durumlara 3 farklı örnek vermekte. Birincisi uluslararası şirketlerin ticaret anlaşmalarını ve patent haklarını kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirerek sermayeye emeğin pahasına orantısız bir şekilde fayda sağlaması durumu. Aynı zamanda, sanayileri denetlemekle yükümlü olan özerk kurumların bizzat o sanayinin kuruluşları tarafından yönlendirilmesi ve yönetilmesi de söz konusu ki 2008 krizinde deneyimlediğimiz gibi, bu duruma çoğu zaman finansal kuruluşlar da dahil olmakta.
Rodrik’in ikinci örneğini ise bağımsız merkez bankalarının enflasyonun çok düşük seyretmesine karşın, fiyat istikrarına aşırı odaklanarak ekonomi politikasına deflasyonist bir önyargı getirmeleri ve istihdam yaratma ve büyümeyi ikinci plana atmış olmaları oluşturuyor. Son olarak da AB’nin “liberal teknokratik” oluşumunun ekonomik kural ve düzenlemelerin ulusal düzeyde demokratik süreçlerden soyutlanması durumunu örnek gösteriyor Rodrik. (AB'nin demokrasi açığı olarak adlandırılan bu siyasi boşluk zaten şimdiden popülist ve euroskeptik siyasi partilerin güçlenmesine yol açmış durumda.)

Rodrik bu örnekleri ortaya koymakla birlikte bunlara karşı nasıl geçerli bir “popülist” ajanda yürütülmesi gerektiği konusunda hiçbir şey söylemiyor doğrusu. Ayrıca zaten iktisaden yanlış olduğu ortada olan bu örneklere karşı geliştirilecek politikalar ne kadar “popülist” olarak nitelendirilebilir ki? (Benim sözlüğümde “popülist iktisadi politikalar” ekonomide kısa vadede belirli bir rahatlama sağlamakla birlikte daha uzun vadede milli gelir dağılımını ve büyüme potansiyelini negatif yönde etkileyecek “sürdürülebilir olmayan” politikalardır.) “Halkçı” ve genelde emekten yana olan politikaları “popülist” olarak kategorize etmesi maalesef bizzat Rodrik’in kendisinin de içinde bulunduğu akademya tarafından tutsak alındığının ipuçlarını veriyor.

Verdiği ilk örnek tipik bir sermaye gruplarının kendi çıkarları pahasına sistemi çarpıtması durumu. Literatürde “düzenleme tutsaklığı” (regulatory capture) olarak ifade edilen bu durumun iktisaden yanlış olduğu ortada. Ancak savaşmak da kolay değil. Ayrıca özellikle uluslararası platformlarda anlaşmaları düzenleme gücü daha zayıf durumda bulunan ülkelerin (ör: Türkiye) kendi haklarını savunmaları oldukça zor. (Burada ilk akla gelen AB ile yaptığımız Gümrük Birliği anlaşması olmakta.)

İkinci örnek ise daha da problemli. Eğer “özerk” merkez bankaları yanlış para politikaları izliyorlarsa (ki çoğu zaman öyle), ne yapmalıyız?, onları bağımlı hale mi getirmeliyiz?, veya sıkı para politikalarını boşa çıkaracak gevşek maliye politikaları mı uygulamalıyız? Hepsi olabilir, ama Rodrik bu soruya cevap vermekten de belirgin bir şekilde imtina etmekte. AB’nin teknokratik yapısının değiştirilmesi ve yerel (ulusal) seslere daha çok yer verilmesi ise demokratik prensiplerin yeniden tesisi konusu ve iktisadi popülist politikalarla uzaktan yakından ilgisi yok.

Asıl problem ise bence şurada yatmakta: Neoklasik iktisat öğretisinin 2 uygulama dalı var, bunlardan birincisi 50’lerden 70 sonlarına kadar etkili olan Keynezyencilik, ikincisi ise 80’lerden 2008 krizine kadar etkili olan Neoliberalizm. Son 10 senedir neoliberalizm fiilen ölmüş olmasına rağmen de kimse tabuta son çiviyi çakamamakta. Bunda tabii ki kapitalist çıkar gruplarının sistemin içine iyice nüfuz etmiş olmalarının etkisi var. Bu nüfuz öyle boyutlarda ki, neoklasik iktisat çoğu zaman neoliberalizmle özdeşleştirilmiş durumda ve çoğu iktisatçı esasen Keynezci olan politikaları savunurken “popülist” olarak yaftalanıyor. Rodrik de bu duruma (bilinçli veya bilinçsiz olarak) bir gönderme yapmış oluyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019