Enflasyon ve borç tavanı tartışmaları dolar üzerinde bir tür “yaratıcı yıkım” mı?

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

Avusturyalı ünlü iktisatçı Schumpeter’in kapitalizmin gelişme dinamiğini açıkladığı ve adına; “yaratıcı yıkım” dediği ünlü teorisi Nietzsche’nin; “Yaratıcı yıkım yaşam gücünün ortaya çıkmasıdır, yaşam sürekli bir kaos halidir” sözüyle ekonominin de dışına çıkarak, popüler hale gelmiştir.

Ortak anlam yeniliğin yıkıcı ancak ilham verici olduğudur. Elbette ki o potansiyele sahip olana… Seçim sonuçlarına ikinci turda da olsa nihayet ulaşmış olmanın verdiği halet i ruhiye ile nereden çıktı bu “yaratıcı yıkım” kavramı diyebilirsiniz.

Ancak yaşadığımız düzlem hem içi hem de dışıyla çok boyutlu olduğundan ve dahi sonuç ne olursa olsun geçen haftaki yazımda ele aldığım görüşümü muhafaza ettiğimden bu hafta küresel tarafa değinmeyi tercih ediyorum. Amerika’da borç limiti konusunda çıkan tartışmalara genellikle aşinayızdır. Nedeni ise İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana rezerv para dolara sahip olmanın getirdiği birincil avantajı yani yüksek kamu borcuyla rahatlıkla idare edebilme keyfini elinde tutabilen bir ülke olmasıdır.

Hatta böylesine güçlü bir rezerv parayı elinde tutmanın avantajı o denli büyüktür ki ABD’de kriz çıktığında bile doların değeri yükselir ancak dünyanın geri kalanı onun kıtlığının acısını yaşar ve parasının değeri düşer! İşte bu yüzden şimdiye kadar Amerika’nın borç limiti tartışmalarının aslında bir çeşit şehir efsanesi olduğu konusunda uzlaşılabilirdi ancak bu defa sanki sesler her zamankinden fazla çıkıyor.

Acaba neden? Hafta sonu gazetelerde şöyle bir haber vardı: “ABD Hazine Bakanı Janet Yellen ABD Kongresi’ni borç limitinin yükseltilmemesi halinde 5 Haziran itibariyle hükümetin tüm finansal yükümlülüklerini ödeyecek yeterli kaynağı olmayacağı yönünde uyardı.”

Çeşitli finans kurumlarından gelen yorumların ortak noktası ise “ABD hükümeti temerrüde düşer ve kriz hızla çözülemez ise küresel ekonominin zarar görmeyen hiçbir noktası kalmaz!” biçiminde. Kamu borcunun 31,4 Trilyon dolara ulaştığı ülkede her ne kadar hazinedeki nakit çok yetersiz gözükse de muhalefetteki Cumhuriyetçiler tarafından bir türlü anlaşmaya yanaşılmamasının temel nedeni politik olarak görülebilir.

Zira 2024’deki seçimler göz önüne alındığında iktidardaki Demokratların bir tür kamu harcaması terbiyesi ile zayıf duruma düşürülmesi hedefleniyor. Paul Krugman NYT’deki makalesinde anlaşma sağlanmaması halinde bile üç geçici çözümün felaketi önlemeye yeterli olacağını belirtiyor.

Bunlardan ilki borç limitini anayasaya aykırı ilan etmek, ikincisi hazinenin seçtiği herhangi bir değerde platin madeni para basmak, üçüncüsü ise sonsuza kadar faiz ödeyen ancak anapara ödemeyen ve bu nedenle nominal değeri olmayan kalıcı tahvil ihraç etmek..

Bugün ABD tatil, dolayısıyla yarından itibaren gelişmeleri izleyeceğiz. Bu tartışmalar son birkaç yılda olduğu gibi yine doların hakimiyeti konusundaki endişeleri ön plana çıkardı. Geçtiğimiz aylarda da BRICS ülkelerinin kendi para birimleriyle ticaret girişimi hatta Fransa’nın bile Çin’le yuan cinsinden LNG ihracatı gerçekleştirmesi hep bu dedolarizasyon tartışmalarını alevlendirmişti.

Oysa verilere bakılacak olunursa doların son 20 yılda küresel merkez bankları rezervlerindeki payının yüzde 58’e düşmüş olması dışında; ticaret ve finansal işlemler açısından hakimiyetinin yüzde 70’lerin üzerinde kalarak hala yüksek olduğu görülmektedir.

Dolayısıyla tartışmanın yönü rezerv paradan ziyade jeopolitik kırılmanın ülkeleri küreselleşmeden uzaklaştırarak, nasıl çok kutuplu hale getireceği olmalıdır. ABD dolarının hakimiyetine en belirgin tehdit bu çok kutuplu ve bölgesel yakınlaşmaları ifade eden kesimlerde oluşacak teknoloji ve marka bazlı üretim olacaktır ki önümüzdeki yıllarda üretimde yaşanan milliyetçilik akımı ABD ve Avrupa dışında da yerini bularak, kendi yaratıcı yıkımını gerçekleştirebilsin!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kur, faiz, enflasyon 25 Mart 2024