Fed finans piyasalarına ne kadar boyun eğecek?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Bu (dün) akşam itibarıyle, yani bu yazı yazıldıktan sonra, ABD Merkez Bankası FED’in 3. Miktarsal gevşemenin (QE3) nasıl bir takvim içerisinde geri çekileceği ile ilgili kararı açıklanmış olacak. Her ne kadar son gelen (özellikle istihdamla ilgili olan) veriler, bu konuda tekrar bir belirsizliğe sebep olmuş gözükse de, FED artık daha somut bir takvim açıklamak zorunda.

Bilindiği gibi, kriz sonrasında FED ilk olarak 2009 yılında piyasalardan 1.75 trilyon dolarlık devlet tahvili ve konuta endeksli tahvil (MBS) satın alımını içeren bir QE paketi açıklamıştı. Ancak, 2010 yazında ekonomi durgunluğa girince 600 milyarlık yeni bir QE devreye sokulmuştu. 2011’de yeniden ekonomide soğuma emareleri başgösterince, bu programa 400 milyar dolar bir ekleme yapılmıştı. Son olarak da tam 12 ay önce QE3 devreye sokuldu. Ancak, QE3’ün diğer programlardan farkı ucu açık olmasıydı. FED “gerekli gördüğü müddetçe” aylık olarak 85 milyar dolar tutarında tahvil satın alımı yapacaktı. (Şu ana kadar yaklaşık 1 trilyon dolarlık alım yaptı.) Böylece, FED’in bilançosu 4 yıllık bir sürenin sonunda 3.7 trilyon dolar gibi anormal bir yüksekliğe ulaşmış bulunmakta. Pek tabii ki, böyle bir destekleme programının sonsuza dek sürdürülmesi beklenemezdi. Nitekim de, bugünlerde bu programın nasıl sonlandırılacağı meselesi gündemi işgal etmiş durumda.

Esasen 2008 yılında baş gösteren ve aşırı borçlanma ve varlık balonlarının sebep olduğu krizlerin tek bir çözümü vardır: Batık kredilerin silinmesi (debt write-off). Ancak bir kaç nedenden dolayı bu gerçekleştirilemedi. Birincisi, borçların silinmesi durumunda yüksek kaldıraçla çalışan büyük bankaların (sadece ABD bankaları değil, ABD’de büyük pozisyonları (exposure) olan Avrupa bankalarının da) teker teker batacağı gerçeğiydi. İkincisi, pek çok riskin gölge bankacılık (shadow banking) adı verilen piyasalarda gizlenmiş olması ve burada ortaya çıkacak risklerin büyüklüğünün ve etkisinin kimse tarafından bilinemiyor olmasıydı. Hal böyle olunca, FED QE olarak adlandırılan ve esasen batık konut kredilerini devletleştiren programı devreye sokmak zorunda kaldı. Ancak, krizin çözümünün bu şekilde uzun vadeye yayılmasının menfi tarafı ise yeniden sağlıklı bir büyüme sürecine geçişin normalden çok daha uzun zaman alacak olmasıydı. Nitekim, krizin başlangıcından 5 senenin üzerinde bir süre geçmiş olmasına rağmen ABD’nin büyüme hızı %2’lerde seyretmeye devam ediyor.

Bugünlerde QE programının devam etmesini isteyen finans piyasaları aksi takdirde ABD’nin zaten zayıf seyreden büyümesinin iyice sekteye uğrayacağını iddia ederek FED’e programı devam ettirmesi konusunda bir nevi şantaj yapmaya çalışmaktalar. Ancak, gerek teorik, gerekse de gözleme dayalı çalışmalar, QE programlarının ABD ekonomisinin büyümesine ve istihdamına hiç bir fayda sağlamadığını göstermekte. Bugüne kadar bankalar ellerindeki (batık) tahvilleri satarak elde ettikleri paraların bir kısmını hisse senedi, tahvil ve türev piyasalara yatırım yapan spekülatörlere borç olarak verdiler. (Bu şekilde bu piyasalarda yeniden baloncuklar oluşmaya başlamış bulunmakta.) Diğer bir kısmı da gelişmekte olan piyasalara yatırım yapan yatırımcılara verildi. (Böylece biz ve diğer GOP’lar bu dönemde hormonlu bir büyüme yaşadık.) Kalan paraları da bankalar ya istifledi, ya da kendi hisselerini satın alma, temettü dağıtma veya başka bankaları satın alma yoluna gittiler. (Böylece, kriz sırasında önemli bir sistemik risk sorunu olan “batırılması için fazla büyük” (too big to fail) problemi değil çözümlenmek, daha da artmış durumda.) Öte yandan, yapılan son çalışmalar, ABD ekonomisinin 2009-12 yılları arasındaki gelir kazanımının %95’inin nüfusun en zengin %1’i tarafından elde edildiğini göstermekte. Halbuki hatırlanırsa krizin ana çıkış sebeplerinden biri ABD hanehalklarının azalan gelirlerinden dolayı aşırı borçlanma içine itilmiş olmalarıydı. İstihdamı da artırarak orta sınıfın alım gücünün sağlıklı ve kalıcı bir şekilde canlandırılması gerekiyor, ancak bu sağlanabilmiş değil.

Sonuç olarak ABD (ve diğer gelişmiş ülkelerde) yapısal zayıflıklar devam ediyor. QE programları ise bu zayıflıklara hiçbir çözüm sağlamadığı gibi, aksine artırmış durumda. Ancak, finans endüstrisi o kadar baskın vaziyette ki, FED’in şu ya da bu şekilde bu “bozuk düzeni” bir süre daha devam ettirmekten başka çaresi yok. (Nitekim, Haziran’da alımları azaltma niyetini açıklama kararından sonra piyasalar resmen FED’e bir gözdağı verdi. Larry Summers bu tiyatroyu görebilecek ve daha radikal kararlar alabilecek bir başkan adayıydı. Ancak piyasalar onun da başını yedi.)

Neticede, bu (dün) akşam çıkan kararın aylık alımların sadece 10 milyar dolar mertebesinde azaltılması ve bunun da ağırlıklı olarak devlet tahvili alımlarının kısımı şeklinde olması hiç de sürpriz olmayacaktır. Aynı zamanda FED’in “yol gösterme” (forward guidance) olarak adlandırdığı politika faizinin düşük seyrini daha da uzun vadeye çekecek bazı yeni kriterler de ortaya koyması kuvvetle muhtemel.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019