Gelişmekte olan piyasalar cazibesini kaybediyor

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

 

Küresel piyasalarda yaklaşık 10 yıllık periyotlarda farklı “favori” yatırım alanları söz konusu oldu:  80’li yıllarda Japonya, 90’lı yıllarda yüksek teknoloji (hi-tec) şirketleri, ve 2000’li yıllarda ise başta BRIC’ler olmak üzere gelişmekte olan piyasalar (GOP’lar). Öyle ki, 1990’da sadece 2.3 trilyon dolar olan ve giitkçe artan bir şekilde GOP’lara kanalize olan doğrudan sermaye yatırımları (FDI) geçtiğimiz sene 23.6 trilyon dolara ulaştı. Tabii ki, bu artış sadece FDI şeklinde değil, özellikle küresel likiditenin anormal şekilde artırıldığı 2009 ve sonrasında GOP piyasalarına yatırımlar şeklinde de oldu.
Ancak bu sene başından itibaren giderek artan bir hızla GOP’lardan para çekilişleri görülmeye başlandı. Özellikle Bernanke’nin Mayıs ayındaki QE3’ün zaman içinde azaltılacağı yönündeki açıklamalarından sonra satışların iyice arttığı görülmekte. Öyle ki, bu sene MSCI BRIC ülkeleri endeksi 1998 yılından beri ilk defa S&P 500 Endeksinin gerisine düşmüş durumda. (1998’deki gerilemenin de Rusya’nın “default” etmesi sonucunda olduğunu hatırlatalım.) 

Bu gelişmelere değin 2 farklı görüşten söz edilebilir. Birincisi, ne kadar sert de olsa esasen bu satış dalgasının ABD’de faizlerin yükselmesi sonucunda ortaya çıkan “sermaye akımlarında geçici bir düzeltme” süreci olduğu şeklindeki görüş. Nitekim, bazı analistler 2002 yılında sadece 2.8 trilyon dolar toplam milli hasıla üreten BRIC’lerin 2012 yılında 14.5 trilyon dolar milli hasıla üreterek toplam Dünya milli hasıla artışının %62’sini gerçekleştirdiğine dikkati çekerek, kısa vadede büyüme hızlarında bir miktar yavaşlama görülse de orta vadede bu ülkelerin cazibelerini koruyacağını iddia etmekte. Ancak gelişmiş ülkelerde henüz kalıcı bir toparlanma görülmeden, BRIC ülkelerinin belirgin bir yavaşlama içine girmiş olması, önümüzdeki dönemde bu ülkelerin kendi başlarına Dünya milli gelir artışında lokomotif ülkeler olabileceği ihtimalini de oldukça zayıflatmış durumda. Tek tek bakılırsa, Çin’in verimsiz yatırımlar, Brezilya’nın düşük yatırım harcamaları ve Hindistan’ın ise ekonomi politikası ve icraatı ile ilgili sorunları olduğu söylenebilir. Ancak gerçek şu ki, bu ülkeler aslında büyüme konusunda hâlâ gelişmiş ülkelere son derece bağımlı.

FT’nin başyazarı Martin Wolf da bu realiteye dikkat çekerek son döneme kadar görülen başdöndürücü büyüme hızına bakarak “Çin’in Dünya’yı sürükleyecek bir potansiyeli olduğu” yanılgısına kapılınmaması gerektiğini söylüyor.  Yüksek katma değerli anahtar sektörlerin hepsinde Dünya üretiminin hâlâ (ve hatta artan birleşme ve satın almalar sayesinde gittikçe artan oranlarda) Batılı şirketlerin hegemonyası altında olduğunu ve Çin’in bugün bile tek bir adet küresel öneme haiz bir şirkete sahip olamadığının altını çiziyor. (Çin böyle ise, vay halimize!) Nitekim, Dünya’daki 1400 büyük şirketin toplam ARGE harcamalarının %60’ı hepsi gelişmiş Batı ülkelerine ait 100 dev şirket tarafından gerçekleştirilmekte. 

George Mason Üniversitesi’nden Tyler Cowen ise BRIC ve GOP’larla ilgili çok daha pesimist bir görüşe sahip. Cowen GOP’ların başlıca 4 sorunla karşı karşıya olduğunun altını çizmekte. Birincisi, üretimde otomasyon yöntemlerinin artmasıyla Batılı ülkelerde işgücü ihtiyacının son derece azalmakta olduğu ve bu durumda GOP’ların düşük işgücü maliyetlerinin bir avantaj olmaktan çıktığı.İkincisi, küresel üretim zincirinin çok daha parçalı bir hale gelmiş olması. Gelişmekte olan bir ülke araba veya cep telefonu üretimi yapsa bile, parçaların büyük çoğunluğu başka ülkelerden geliyor, ve sonunda nihai üretimi yapan ülkede çok az bir katma değer kalıyor. Üçüncü sorun, bugünün gelişmekte olan ülke vatandaşlarının iş saatleri, şartları, ücretler, tasarruf ve eğitim konusunda büyük özverilerde bulunsalar bile kısa zamanda (örneğin 20 yıllık bir jenerasyonda) gelişmiş ülkeler seviyesine gelecekleri konusunda herhangi bir ümitleri olmaması. Ümit yoksa, doğal olarak bu konuda bir çaba da olmayacaktır. Son olarak da, Cowen pek çok gelişmekte olan ülkenin zengin olmadan yaşlanmaya başlayacağının altını çiziyor. Bu konuda Çin’in durumu herkesin malumu. Ancak, örneğin İran’da bile kadın başına çocuk sayısı 1.86’ya gerilemiş durumda. 

Sonuçta Cowen bütün bu sorunların gelişmekte olan ülkelerin geriye gideceği anlamına gelmediğini, hatta bu ülkelerde Batıyla entegre gelişmiş bölgelerin var olabileceğini (Hindistan’daki Bangalor gibi), ancak bir bütün olarak bu ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki refah seviyesinin de hiç bir zaman kapanmayacağını iddia etmekte. 

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019