Her ülke kendi tuzağını seçer

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN aleventalkan@gmail.com

Kendi vatanında misafir olmak: (Hayek 1932-41) Konjonktür kuramı, 2000'li yılların ekonomilerinin davranışlarını tanımlamada oldukça büyük bir beceri gösteriyor ve 2007-2008 küresel sistemik krizinin uluslararası etkileşimini ortaya koyuyor. Sıfır faiz ortamı düşük maliyet avantajı, gelişmekte olan ülkelerin dış açık desteğiyle yükselenleri arasında, ulusal tasarrufa ihtiyaç duymaksızın büyüyebilmek anlamına geliyor. Dinamik bir istihdama duyulan ihtiyaç, işsizliğin %9.4, enflasyonun da %7'deki katılığıyla sınırlanmış bir büyüme gereksinimini işaret eder. Bununla kalmayıp bir de rekabetin sağlıklı büyüme baskısı değerlendirildiğinde, işte o zaman önce üreterek, sonra da bu üretimde yüksek katma değer yaratarak dünya ekonomisinde yer edinme gereksinimiz ortaya çıkar. Sınırları bu kadar açık bir şekilde tanımlanan büyüme, borçla tasarruf gibi iki finansal kaynaktan beslenir;. Büyümenin temeli, küresel sermaye hareketlerine 1980 sonrasında dengesizlik kaynağı olmuştur. Dış ticaret fazlalı ülkelerle dış ticaret açıklı ülkeler, serbest piyasa ekonomilerinde kolayca bir araya gelmişler. Ancak farklı büyüme modelleri oluşturmuşlar. Büyümek, borç veya tasarruf kaynaklarından yalnızca birisiyle olabildiği gibi; borç ve tasarruf finansmanının birlikte kullanıldığı bir harman içinde de gerçekleştirilebilmiştir. 

Misafir umduğunu değil, bulduğunu yiyor: Büyümede tamamıyla dış finansmana bağımlı kalmak, uluslararası konjonktürün borçlanmadaki faiz, vade yapısına kırılganlığımızı derinleştiriyor. Ulusal tasarruf oranının %15 olduğu dönemde %9.5 büyüyebiliyor. Tasarruf oranının yüksek olması, bir ülke için ne kadar güçlü bir oto finansman olanağıysa; düşük olması da, o ölçüde dış kaynak büyüyebilmesine bağımlıdır.
 
Borçlanmayı kendi içinde iki ayırmak gereklidir: 
a) İç borçlanma,
b) Dış borçlanma. 

İç borç faizleri küresel eşleniklerine kıyasla çok yüksek ve ortalama vadesi yaklaşık 1.5 yıl olan ülkemizde; bankacılık sistemi 1 yıldan daha kısa vadeli mevduatla uzun vadeli yatırımları finanse etmeyi, bir acı reçete olarak zaman zaman içmeyi denemiştir. İlk etkiler, sistemin aktif pasif kalite dengesinde bozulma olarak ortaya çıkmıştır.

Yatırımların finansmanında dış borçlanmayla rekabet edebilecek bir iç borçlanma koşulu, ulusal ekonomimizin kırılgan hatlarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Dış borçlanma önemli bir maliyet avantajı sağlıyor ancak; bunun bir de kur riski bedeli var ki, gerçek resmi ortaya koyan analizimizde ona da yer vermeden geçemiyoruz. Dış borçlanma, hem vade hem faiz avantajıyla yatırımcımızı, 2007-2008 küresel sistemik krizi sonrasında adeta büyülemiştir. Küresel konjonktür, sıfır faizli parayla sanal bir servet etkinliği yaratmıştır. 2012'de imalata yönelik açılmış yerli banka kredilerinin payı %20'nin altına gerilerken, tüketimin payı 40 kat artıp, %33'e oturuyor. Bu gelişim 3 farklı sonuç ortaya çıkartıyor: 

1) Hanehalkı tüketim bazlı borçluluğunu hızla artıp, tasarrufu artmıyor. 
2) Hanehalkı, borçlanmada küresel konjonktüre inat kur riski üstlenmiyor. 
3) Özel sektörün kur riski adım adım artışını sürdürüyor.

Japonya sıfır faiz düzeyine kilitlenen ekonomisiyle, "likidite tuzağının" içinde nasıl bulabiliyorsa kendini; gayet rahat, bizde bir süre sonra kendimizi "orta gelir tuzağının" içinde sıkışmış bulabileceğiz. Bu risk, öyle göz ardı edilebilecek türden değil. Öyle ya da böyle, her ülke kendi tuzağını seçiyor. 
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar