İç güçler-dış güçler

Açıl SEZEN
Açıl SEZEN Dünyanın Parası acil.sezen@gmail.com

Dünyada beş tür ülke var.

1- Gelişmiş, tasarruf fazlası üretmiş, bunları dünyanın her yerine sermaye olarak ihraç edenler. ABD, Japonya, Almanya gibi ülkeleri sayabiliriz. Çin’i de ticaret fazlası kanalıyla bu türe dahil edebiliriz.

2- Doğal kaynağa dayalı ekonomileri sayesinde tasarruf fazlası üretmiş olanlar. Rusya, Norveç, Körfez ülkeleri gibi.

3- Bazı alanlarda açık, bazı alanlarda fazla üreten, dengeyi bulması gereken ülkeler. Brezilya, G.Afrika gibi...

4- Tasarruf açığı olan, aynı zamanda doğal kaynağı olmadığı için yapısal açığı olan, bu nedenle sermaye hareketlerine bağlı ülkeler... Türkiye, Hindistan gibi..

5- Yoksul ülkeler: Afrika, Latin Amerika, Asya’nın bir bölümü gibi. Bu ülke türlerine farklıları elbette eklenebilir, ancak kabaca böyle bakabiliriz.

Bu ülkelerin arasındaki ilişkileri şekillendiren, genellikle ekonomi. Birinin diğerine tahakkümü, diğerinin de bundan sıyrılma çabası olarak işliyor. Ekonomi dediğimiz iki şekilde yürüyor:

1- İlk iki sıradaki ülkeler, diğerlerine ellerindeki kaynağın fazlasını aktararak getiri elde etmek istiyor. Lakin, bunu sadece parayı verdim, karşılığında şu kadar getiri elde ettim diye yapmıyor. Aynı zamanda verdiği bu parayı karşısındaki devletin davranışlarını değiştirebileceği bir silah olarak da kullanmayı tercih ediyor. “Benim paramı istiyorsan, şunu desteklemelisin. Ya da şundan vazgeçmelisin. Burada bana imtiyaz sağlamalısın.”

2- Diğer üç sıradaki ülkeler ise kendi eksik ya da açıklarını kapatabildikleri ölçüde bu düzene baş kaldırıyor. Dış etkenlere karşı bağımsız ve özerk politikalar üretmeye çalışıyor. Bu son derece anlaşılabilir bir durum. Zira kimse harcamalarının, dış politikasının, zaman zaman içişlerinin ya da ekonomik temelinin bir başkasının iki dudağı arasında olmasını kabullenmek istemiyor. Bu son derece doğal bir refleks.

Türkiye olarak haliyle bu zinciri kırmak istiyoruz. Ancak şu ana kadar ışığı göremememizin sebepleri neler? Nedir bizi zorlayan koşullar?

1- Finansman ihtiyacını minimuma indirmeniz gerekiyor. Yani, ülkenin cari açığını küçültmeniz, ülkeye giren ve çıkan döviz arasındaki farkı düşürmeniz şart. Türkiye’de bunu sağlamak zor. Zira her yıl petrol fiyatına göre 35-50 milyar dolar arasında değişen bir enerji faturamız var. Bunun üzerine 2.600 kalem ara malı ithalatı yapıyoruz. Bunların toplamı, neredeyse ihracat tutarımızın avantajını yok edecek kadar yüksek oluyor. Büyümemiz ne kadar yüksekse açığımız da o oranda büyüyor. Dolayısıyla açığı kapatmak ancak borçlanma ile gerçekleşiyor. Üstelik her yıl sadece 28 milyar dolar tutarında tüketim ithalatı yapıyoruz. Tüm bunlar varken, katma değersiz üretim yaptığımız için kilogram başına ihracatımızı 1.30 dolarların üzerine atamıyoruz. (Mesela Almanya neredeyse 4 dolara çıkıyor.)

2- Bu borçlanmayı gerçekleştirmek için önce gözler iç tasarrufl ara dönüyor haliyle. Bakalım rakamlara. Toplam yurtiçi tasarruflar 2017 yılında %20 artışla 2.8 trilyon TL oldu. Bunun %83’ü yurtiçi yerleşiklere ait.

Bu tasarrufların 2/3’ü mevduatta. Toplam tutarı 1.6 trilyon TL. Yurtdışı yatırımcıların hisse senedi piyasasındaki payı %65, tahvil piyasasındaki payı %30. Yerli bireyler, hisse senedi piyasasının sadece %19’una sahip. Hatta bunun yarısından fazlası, 1 milyon TL üzerinde varlığa sahip 6.182 yatırımcıda. Sadece 10 yabancı şirket ve 10 yabancı fon ise halka açık hisse senetlerinin %17’sini elinde tutuyor. Yaklaşık 1 trilyon TL olan hane halkı tasarrufumuzun geçen yılki %15’lik artışının önemli kısmı yabancı para mevduat büyümesinden oldu.

Kısacası mevduatta yabancı para ağırlığını artırmış, hisse senedi tarafında ise çoğunluğu yabancı yatırımcıya bırakmış durumdayız. Yani onlar karar veriyor.

3- Hane halkının mevduatları içinde dövizin payı yüzde 28’lerden %45’lere kadar geldi. Yani cebimizdeki her 100 liralık tasarrufun 45’ini döviz olarak tutuyoruz. Böyle olunca kurumlarımızın döviz talebine hane halkımızın döviz talebini de eklemek zorunda kalıyoruz.

4- Türkiye’de 2001 krizi sonrasında kamu odaklı büyümeden özel sektör destekli büyümeye geçtik. Ancak bunu yaparken, özel sektörün özkaynağı bu büyümeyi finanse etmeye yetmedi. Bunun için özellikle 2009 sonrasında düşük maliyetli olduğunu düşünerek yurtdışından borçlandık. Bu da özel sektörün döviz borçluluğunu artırdı. Dolayısıyla bu borcu kısa vadede ödeme imkanı olmadığı için, dış finansmana ihtiyaç duyuyoruz.

5- Yaptığımız büyük projeler var. Ancak, bu projelerin finansmanını maalesef kolay kolay Türk bankaları aracılığıyla sağlayamıyoruz. Kredi/mevduat oranının %120’lerin üzerine çıktığı ortamda, her türlü uzun vadeli kaynak için yurtdışına dönmek zorunda kalıyoruz. Ayrıca, bu enflasyonda TL ile uzun vadeli kredi bulamıyor, tüm büyük yatırımlarımızı da dövizle yapmak durumunda kalıyoruz.

Sorunların başlıcaları bunlar.

Bu sorunları aşabildiğimiz taktirde, oluşturulmaya çalışıldığına inanıyorsak, bu tahakkümü kırma şansımız var.

Birçok insanın tercihi, bu sorunları orta ve uzun vadede nasıl çözeceğine kendisini ikna edebilecek siyasetçi kim ise o olacak.

Yoksa kendi aramızda bize bunu dış güçlerin yapıp yapmadığını sorgulamayı sürdürürüz.

Son 3 günde doları alanların çoğu hane halkıydı. Dolayısıyla yabancıdan önce, kendi halkımızı ikna etmemizde fayda var.

Parayı veren düdüğü çalıyor. Düdüğü çalan olmak istiyorsak parayı istemeyeceğiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Eli yatırıma gitmemek... 21 Ağustos 2019
Acılara tutunmak... 03 Temmuz 2019