İşler yürümüyor!

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ dunyaweb@dunya.com

Trump yönetimi bocalıyor. ABD Başkanı'nın Amerika’yı dönüştürme, yeniden büyük bir ulus yapma sözlerinin tam aksine ülkeyi güvenli olmaktan daha uzak ve başarısızlığa yatkın duruma getirdiği giderek daha iyi görülüyor. Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan arındırılmasından Venezuela’da rejim değişikliği ve İran'ın etkisinin bastırılmasına kadar uzanan çok sayıda konuyu kapsayan Donald Trump’ın şekillendirdiği ABD dış politikası yalnızca sonuç üretememekle kalmıyor, yetmiş yıldan fazla süredir uluslararası düzenin işlemesini sağlayan yapıların da çökmesi gibi bir tehdit oluşturuyor. Bu başarısızlıklar bize Trump'ın liderlik tarzı hakkında ne söylüyor?

Trump radikal değişim vaadleriyle göreve geldi. Yeni bir liderlik yöntemi ve yeni bir dış politika yapım biçimi getireceğini ileri sürdü. Ancak başarılı olduğu söylenemez. Niçin?

Trump'ın seçim kampanyasını nasıl yürüttüğüne, iktidara nasıl geldiğine ve sonrasında güçlerini nasıl kullandığına bakarsak, gözlediğimiz popülist liderliğin tipik bir tezahürüdür. O zaman, popülist liderliğin özellikleri nelerdir diye soralım. İlkin, popülist liderlik düzen karşıtı olma eğilimindedir; devletin mevcut yapılaşmasını ve kadrolarını küçümser. Bunların sorun çözmekte başarısız kaldıklarını çünkü güçsüz ve kendi çıkarlarını önde tutan seçkinlerin egemenliği altında olduklarını düşünür. Fakat, popülist liderlerin nasıl davrandıklarına bakıldığında, kendilerinin de aslında bir hayli seçkinci olduklarını gözlemlersiniz. Kendilerinin çok becerikli ve zeki olduklarını düşündüklerinden, her şeyi halledebileceklerini, işlerin nasıl yapılması gerektiğini çok iyi bildiklerini zannederler.

Politika oluşturma ve uygulama sanatına böyle bir zihinsel çerçevede yaklaştıklarından, politika tartışmasının yapıldığı kurumlar, politikanın üzerine bina edildiği bilgi akışı ve politikanın yapılma yöntemleri unutulur. Popülist liderler karar verirken kurumsal uygulama ve geleneklerin gereklerini gözetmezler. Ayrıca birçok popülist lider, en yakın danışmanları da dahil olmak üzere, hoşlarına gitmeyen şeyler söyleyen insanlardan kurtulmaya yatkındırlar.

Etraflarını 'Evet efendim' diyen adamlarla mı doldururlar?

Kesinlikle. Literatürde bu tür liderliğin aşırılık seviyesine ulaşmış haline bazen 'Sultanistik Rejim' tabir ediliyor. Bu tür bir rejimde lider tüm gücü kendisinde toplar, etrafını 'evet efendim' diyenlerle doldurur. Bu zevat da liderin teveccühüne mazhar olup, kendi gündemlerini hayata geçirmeye çalışırlar. Bu durumu Trump olayında da görüyoruz: birilerine bazen güveniyor ve onlarla ortak hareket ediyor, sonra bir anda bu kişiler gözden düşüveriyor. Aslında başkanlık katında kendine yer arayanlar, Trump'ın favorisi olan şahsiyetlerin kuyusunu kazarak, kendilerinin daha iyi konumlandırmaya uğraşırlar, ta ki bir gün kendileri de kovulana kadar.

Popülist “saray düzeni” böyle işler. Popülistlerin politika yürütme biçimini incelediğimizde, kişisel ilişkilere çok fazla güvenme eğiliminde olduklarını görürüz. Dostluk kurma ve karşısındakini ikna etme güçlerinden çok emin olduklarından, kurumların başaramadığı birçok işi kendi kabiliyetleriyle gerçekleştirebileceklerini düşünürler. Bu yaklaşım genellikle karşılanamayan beklentilerin yaratılmasıyla sonuçlanır. Örneğin, Kuzey Kore'yi ele alalım: Trump, Kim Jong Un ile iyi bir ilişki kurabileceğini ve onu nükleer faaliyetlerini sonlandırmaya ikna edebileceğini sanıyordu. Kuzey Kore'deki nükleer programın, sistemin ayakta kalmasına sağlayacak tek sigorta olduğu gerçeğini göremedi. Bu, Kim'in üzerinde uzlaşmaya hazır olduğu bir nokta değil.

Bu tür bireysel ilişkiler, kurumsal ilişkilerin yerine konmaya çalışılırsa, ülkelerin karmaşık sorunlarının yanlış okunmasına neden olur. Kuzey Kore'de bile, Kim siyasal gücün tümünü temsil etmiyor; olup bitenlere dair yorumunuzu yalnızca O'nun bakış açısına dayanarak sınırlarsanız, yanlış işler yapabilirsiniz.

Evet. Bu, birçok popülist liderin yaptığı bir hatadır. Türkiye bu konuda bir başka örnek olarak gösterilebilir. Türk yönetimi ABD ile olan sorunlarını Trump ile müzakere ederek çözebileceğini düşünüyor, Trump'ın kontrolünde olmayan ya da Trump'ın isteklerine göre hareket etmeyen kurumların varlığını göz ardı ediyor. Popülist liderlerin genel eğilimi bu yönde. Politika oluşturma ve uygulama sırasında devlet kurumlarını müttefik olmaktan ziyade bir engel olarak görüyorlar.

Şimdi, uluslararası ilişkileri bu şekilde yürütmeye çalışmanın başarısız olmaya başladığını dair ilk sinyalleri alıyoruz. Fakat, aynı zamanda, popülist bir kulübün de ortaya çıktığını görüyoruz. Hepsinin birbirleriyle tanışmak ve baş başa kaldıklarında popülist liderlerin ortak dertleri hakkında konuşmak istedikleri anlaşılıyor.

Büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Uluslararası ilişkiler ve diplomasiyi geleneksel kurumlar ve usuller dahilinde yürütmek aslında maharet gerektiren, hassas bir iştir: anlaşmazlıkların büyük çatışmalara dönüşmesini engellemeye, çözülmez görünen sorunlar için yaratıcı çözümler bulmaya çalışırsınız. Konu, iyi bilgilendirilmemiş ve donanımı sınırlı kişilerin takdirine bırakıldığında, kaçınılmaz olarak komplikasyonlar çıkar. Kişisel ilişkilerin tek başına sorunlara çözüm getireceği inancı, bireylerin kendi başlarına anlaşmazlıkları çözmede kurumsal çerçevelerden daha donanımlı oldukları anlamına gelir. Ancak, Trump’ın Çin mallarına gümrük vergisi getirdiği son örnek durumun böyle olmadığını kanıtlıyor. Trump, Çin lideri Şi Cinping ile karşılıklı oturup konuşarak işleri birlikte düzeltebileceklerini düşünüyor. Trump, bina alışverişleri ve apartman dairesi satmak konularındaki deneyimlerinden yola çıkarak, müzakere yapmak, anlaşmaya varmak konularında kendisini bir uzman olarak görebilir, ancak uluslararası politika gayri menkul işinden çok daha karmaşık bir süreçtir. İşin içine çok sayıda çatışan çıkar girer. Karar vericiler hem uluslararası hem ülke dahilindeki siyaset arenalarında aynı anda oynamak zorundadırlar; uluslararası eylemlerinin iç politikada kendilerine çok pahalıya mal olmamasını, iç politikadaki eylemlerinin de büyük uluslararası sorunlara yol açmamasını temine gayret ederler.

Trump örneğinden yola çıkarak popülist liderlere baktığımızda, iki açıdan da ortaya kötü sonuçlar çıkabileceği görülüyor. İlkin, neyin mümkün olduğu konusunda kendi halklarında yanlış beklentiler gelişmesine neden olabiliyorlar; ikinci olarak da, uluslararası çevrelerde yanlış beklentiler yaratabiliyor ve bazen niyetleri konusunda yanlış anlamalara yol açabiliyorlar. Dahası, meseleleri tam olarak kavramayan bir kişi, politikayı kurumsallaştırılmamış bir şekilde belirlemeye ve uygulamaya çalıştığından, siyasetin tümünde ya da bazı siyasi pozisyonlarda sürekli kaymalar olabiliyor. ABD’nin Suriye’deki varlığı ile ilgili olarak Türkiye bunu yaşadı. Trump, Amerikan birliklerini geri çekeceğini açıklamıştı. Ancak bu gerçekleşmedi, tam tersi olması ihtimali bile mevcuttur.

Öngörülebilirlilik önemli. İnsanların olası sonuçların ne olacağını tahmin etmelerine yardımcı olacak bir çerçeve olmadığında, düzenli işleyen bir uluslararası sisteme nasıl sahip olabilirsiniz? Bu sadece daha fazla kaos ve belirsizlik yaratıyor.

Bu genellikle kurumsallaşmamış, diktatörlük rejimlerde rastlanan nitelikken, maalesef hastalık artık demokratik toplumlara da yayılmaya başlamış bulunuyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019