Kapitalizmin onarılması

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Çarşamba günü başlayan Dünya Ekonomik Formu öncesi, piyasa ekonomisini kıyasıya savunan ünlü (ekonomi-haber) gazete ve dergiler "kapitalizmin krizi" başlığı altında kriz üzerine yeni bir tartışma başlattılar. Bu tartışma Dünya Ekonomik Formu'na da taşındı.

İngiltere'nin dünyaca ünlü ekonomi gazetesi Financial Times, ekonomi dergisi The Economist, ABD'nin önemli haber dergisi Time ve Fransa'nın saygın dergisi  Le Monde   Diplomatique'nin ingilizce baskısında kapitalizmin krizi ve geleceği tartışmaya açıldı.

Tartışmaların özünde kapitalizmin yaşanan krizden çıkacağı konusunda ortak bir yargı var. Buna gerekçe olarak da geçmişte yaşanan krizlerden de, kapitalizmin kendisini onaran reformları yaparak yoluna devam ettiği gösterilmekte. Bu konuda özellikle 1929 krizi örnek olarak verilmekte.

Burada önemli olan iki nokta var:

-Birincisi kapitalizm içine düştüğü bu krizin maliyetini kime yükleyeceği/yüklediği

- İkincisi ise, kapitalizmin içine düştüğü bu krizin nasıl onaracağı.

Sıraladığımız bu başlıklara ilişkin olarak tartışmalara Eski ABD Başkanı Bill Clinton'da katıldı. Clinton Financial Times gazetesine 21 Ocak'ta yazdığı makalede kapitalizme övgüler düzdü. Clinton kapitalist sistemde devletin ve özel sektörün rollerini hatırlatıp, bu iki kesimin ulaşamadığı yer de, yardım kuruluşlarının devreye girebileceğini savundu.

Tartışmada utangaç bir şekilde dile getirilen olgu ise, kriz ile birlikte devletin ekonomideki artan rolünün sistemi "devlet kapitalizmine" götürmesi olasılığının güçlenmesi. ABD'de bankaların ve şirketlerin kurtarılmasının kapitalizmin özü olan piyasa mekanizması ile bağdaşmadığı ifade edilse de, alternatif önerilerde getirilmemekte. Bir anlamda Çin'lilerin ABD için atfettikleri "Sosyalizm Amerikalara ait bir özelliktir" alaycı yargıyı da kabul etmekteler.

Bu yazıların tümünü okuduğunuzda bu adamlar neden açık açık krizin maliyetini geniş kitlelere ödettiklerini açıklamıyor diye sorabilirsiniz. Nitekim krize biraz daha farklı bakan ve Keynesyen eğilimi ağır basan Raghuram Rajan'da Time Dergisine yazdığı makalede sıradan yurttaşın krizin maliyetini neden kendisinin ödemek zorunda kaldığını sorduğunu anımsatıyor. Buna yanıt veren yok. Çünkü ABD büyük firmalarda 2009'dan 2010 CEO'ların ücretleri %27,8 artarken, işçilerin ücretleri sadece %3,3 arttı. Bu çarpıklık açıklanmadan kapitalizm nasıl onarılacak? Buna bir soru da ben ekleyeyim. Kapitalizm kimin için onarılacak?

Gelin bu sorulara biz kendi bilgimizi kullanarak yanıt verelim. Eğer bu yazılara bağlı kalırsak bize sunulan "küreselleşme kamusal bir maldır" savını bile kabul edebiliriz. Ekonominin ilkeleri her ekonomi için farklılık göstermez. Arz ve talep yasası bazı aksamalar olsa da, her ekonomide işlemekte. Önemli olan ekonominin kurumsal yapısını şekillendirmekte. Bu konuda ülkeler arasında paylaşılacak ilkeler var. Bunların başında kapitalist sistemin işleyebilmesi için şeffaflığın ve kuralların çiğnenmesini engellemeye yönelik denetim kurumların oluşturulması. Bu kabul önemli. Çünkü kapitalizmi kendi haline bıraktığınızda yoldan çıktığı konusunda herkes hem fikir.

Bu kabulleri uygularken sadece yerel/ülke sınırları içinde değil, uluslararası boyutlarda düşünmek gerekiyor. Ulusal parası rezerv para olan ABD ile ulusal parası Edirne'yi geçtikten sonra bir değeri olmayan Türkiye'yi aynı sepete koymak anlamlı değil. Bunun tersini savununlar ülkelerini uluslararası ölçekte eşitsiz gelişme yasasının getireceği çarpıkların içine atmış olurlar. Bunun en güzel örneği, şu anda ülkemiz açısından da güncel bir konu olan enflasyon hedeflemesidir. Para arzındaki artışlarının enflasyonu artırdığı kabulü altında fiyat istikrarını sağlamak için enflasyon oranı ve büyüme oranındaki sapmaları göz önüne alınarak uygulanan bir faiz/para politikası son 15 yıldır, kapitalizme iman etmiş ülkelerce cazip bir politika olarak görüldü. Bu politika birçok ülkede faiz oranlarının dünya faiz oranlarına göre yüksek olmasına ve bütçe disiplini sağlanamamış ise, yüksek borçlanma düzeylerine ulaşmalarına neden oldu. Türkiye'nin 1923-2002 yılları arasında toplam borç stoku 242 milyar TL iken, 2003-2011/Ekim döneminde yani yaklaşık dokuz yılda 272 milyar TL'lik bir borçlanmaya gitti. Üstelik bu borçlanma stoku, yapılan özelleştirmelere ve İŞKUR kaynaklarının dolaylı olarak Hazine'ye tahsisine rağmen bu düzeyde.

Geçenlerde ABD'de enflasyon hedeflemesine geçmeyi düşündüğünü açıkladı. Bu politikayı savunanlar bakın ABD bile bu politikaya geçiyor diyecekler. Yanıtımız kısa, benim ulusal param uluslararası boyutta rezerv para olsa yukarıdaki cümleleri yazmamıza gerek kalmaz, hadi biz de ABD'ye uyalım derim. 

Kapitalizmin kendi kendini yenileyerek yoluna devam edecek. Fakat bu kapitalizm Adam Smith'in kapitalizmi mi olacak, yoksa devlet kapitalizmi mi olacak bunu önümüzdeki günler gösterecek. Ancak eğilim ve gerçekleşmeler ikincisinin ağır bastığını göstermekte.

Bu kötü bir seçim değildir. Ancak toplam talebin CEO'lar tarafından artırılamayacağı ve finansal sistemin başı bozukluğuna engeller koyulması gerektiği kabul görmez ise bu kapitalizmin onarımı zaman alır.

Bu konuya önümüzdeki haftalarda devam edeceğim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019