Kur savaşlarında Türkiye nerede?

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

 

 

Bir ülkenin GSYH'si iki talep unsurunun toplamına eşittir. İç talep ve dış talep. 2007/2008'den bu yana devam eden küresel kriz sadece iç talebi değil dış talebi de vurdu. Özellikle gelişmiş ekonomilerde yurtiçi tüketim ve yatırım azaldığı gibi, yaptıkları net ihracatta azaldı. Bu da krizin doğal bir sonucu. Çünkü bir ülkenin ihracatı, ihracat yaptığı ülkenin  (ithalatı yapan) GSYH'sı ile döviz kuruna bağlıdır. Eğer bir ülkenin GSYH'sı düşerse ithalatı azalır, siz de bu ülkeye ihracat yapıyorsanız, doğal olarak ihracatınız düşmüş olur. Yine sizin ülkenizin ulusal parası (örneğin TL) fiyatı artarsa, yani ulusal paranız değerlenirse, sizin ülkenizin ihracat ettiği ürünün fiyatı (ithaltı yapan ülke için) yükselmiş demektir. Bu da sizin ihracatınızı düşürür. Ülke sizden değil, fiyatı düşük olan ülkenin malını (parası değerlenmemiş ülkenin) tercih eder.
Kriz sürecinde iç talep düşünce dünyanın başlıca ihracatçı ülkeleri dış talebe yüklendiler. İhracat yaptıkları ülkelerin GSYH'lerini artıramadıkları için de kurlara yüklendiler. Bu da 2010 yılında Brezilya Maliye Bakanın ifadesi ile kur savaşlarını başlattı. Yani ülkeler paraları değerlenmesin diye tabiri caiz ise her türlü fırıldağı çevirmeye başladılar. Bu fırıldakçı ülkelerin başını da ABD, Çin ve Japonya  çekiyor. Krizin ilk yıllarında bu savaşa AB'de ortak olmaya çalıştı ise de,  borç yükünün büyüklüğü onları bu savaşta geri plana itti.
Kur savaşı 2012'de yeniden alevlendi. 2013'ün ilk günlerinden itibaren ise savaş daha da kızıştı. Geçen hafta  Japonya Yen'in  değerini düşürmek için  kur  savaşında  yeni bir atağa kalktı. Hükümet 116 milyar dolarlık bir teşvik paketini yürürlüğe soktu. Japonya bu paketin finansmanı için para arzını artıracak. Çünkü bütçede para yok. Üstelik Japonya'nın kamu borcu da çok yüksek düzeylerde seyrediyor. Japonya para arzını artırarak Yen'in para piyasalarındaki değerini daha da düşürmeyi istiyor. Böylece Japon mallarının fiyatı düşecek. Beklenti bunun da Japonya'nın ihracatını artırması. Yani Japonya bir taşla iki kuş vurmuş olacak. Bir taraftan altyapı yatırımları artacağı için iç talep canlanacak, diğer taraftan da ihracatı artacağı için dış talep canlanacak. Bu gelişmeler sonucunda Japonlar paketin 600 bin kişiye istihdam yaratacağını  düşünüyorlar.  
Kolay para politikasını yani para basarak ekonomiyi finanse etme yöntemini sadece Japonlar uygulamıyor. Amerikan Merkez Bankası (Fed)  kantitatif gevşetme adı altında onlarda kullanıyorlar. Anımsayın, Fed krizin başından bu yana faiz oranını neredeyse sıfırlayıp milyarlarca dolarlık hazine bonosu satın almıştı. Bu politikanın neticesinde ABD doları zayıfladı. ABD böylece Japonya, Çin, Brezilya ve Güney Kore karşısında dış ticarette güçlendi. Örneğin son iki yılda Brezilya Real'i ABD doları karşısında yüzde 50 değer kazandı.
Çin bu savaşta mevzisini kaybetmemek için cari fazlasını ABD tahvillerine yatırarak ABD dolarını daha da gerilemesine engel olmaya çalışıyor. Çin böylece ihracatının azalmasının önüne geçti ise de, ABD dolarının değer yitirmesi nedeni ile ciddi şekilde zarar etti, etmeye devam ediyor. 
Türkiye bu savaşın neresinde. Aslında Türkiye bu savaşın içinde değil, sadece seyrediyor. Bu savaşa iki nedenle giremiyoruz. İlki ekonomik gücümüz yeterli değil. Yani dünya ticaret hacmindeki payımız düşük (yüzde 0,74). İkinci neden ise Türkiye'nin izlediği faiz ve kur politikasının genel eğilime ters düşmesi. Türkiye bütçe ve cari açığı nedeni ile parasal sermaye girişine muhtaç. Bu gelişimin neticesinde TL aşırı değerli  kalıyor. Bundan dolayı ihracatta bir türlü atak yapamıyor. Dış talep zayıf kalırken, TCMB enflasyonun artacağı ve finansal istikrarın bozulacağı korkusu ile bu politikaya destek veriyor. Bunun neticesinde döviz rezervi 124 milyara ulaştı. Net ihracat artışı kaynaklı olmayan bu rezerv artışı güçlülüğün değil, zayıflığın işareti. Nitekim TCMB bilançosunun kaynak (pasif) tarafı yüzde 70 oranında dolarize olmuş durumda. Bu yapılanma nedeni ile de Türkiye kur savaşlarında oyuncu değil, seyirci.
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019