Merkez bankalarının kafaları karışık

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Açıkçası bugünlerde dünyada tek problemli merkez bankası bizimkisi değil. Evet, bizim merkez bankası bağımsızlığını yitirmiş durumda, ancak ileriye dönük alacağı aksiyonlar bakımından bugünlerde özellikle gelişmiş ekonomilerin merkez bankalarına göre kafasının daha net olduğunu söyleyebiliriz. (Ha, bugün indirim 200 mü, 500 mü olur bilemem, ancak önümüzdeki 6 ay içerisinde toplamda 800 puan civarında bir indirim olabileceği piyasadaki genel konsensüs. Ben ise indirimin belirli bir vadeye yayılarak, daha yavaş (200 ile başlayarak) gerçekleşmesi taraftarıyım.)

Neden merkez bankalarının kafası karışık sorusuna geri dönersek: 2008 Büyük Resesyonundan beri özellikle Fed ve AMB’nin bazı deneysel politikalara girişmek zorunda kaldığı herkesin malumu. Politika faizlerini sıfır seviyelerine kadar indirmek ve bu durumu çok uzunca süre götürmek bunlardan biri. Bir diğeri ise QE olarak adlandırılan tahvil alım programları vasıtasıyla ekonomilerde canlanma yaratmaya çalışmak. Çok başarılı olduklarını söylemek ise zor. 2001-2007 arasında ABD yüzde 2.7, AB ise yüzde 2.6 büyürken, 2010-18 arasındaki büyüme hızları sırasıyla 2.2 ve 1.7 oldu. Ancak bu noktada tüm sorunları merkez bankaları üzerine atmak da çok doğru değil açıkçası. Belki de tarihin en düşük uzun vadeli faizleriyle karşı karşıya iken, gerek ABD, gerekse de AB hükümetlerinin genişleyici maliye politikaları konusunda bu kadar pasif kalması anlaşılabilir gibi değil. Avrupa’da Almanya’nın taviz vermez katı tutumu ile birlikte AB’nin siyasal olarak birleşememiş olması önemli bir etkendi. ABD de ise Obama’nın pasif kalması ile birlikte son 30 yıla damgasını vurmuş neo-liberal dogmaların daha radikal ekonomi politikası geliştirmeye karşı yaratttıkları paradigmalar etkili oldu. (Bugünlerde ise özellikle Ocasio-Cortez gibi progresif demokratların bu paradigmaları yıkan yeni söylemler oluşturmaları oldukça umut verici.)

Geldiğimiz noktada, Fed’in aysonunda yapacağı toplantıda politika faizini 25 baz puan azaltmasına kesin gözüyle bakılıyor. Halbuki Fed’in bir önceki faiz artırım döngüsünün başlangıcından sadece 3.5 yıl geçti ve azaltma döngüsüne yüzde 2.5 gibi çok düşük bir seviyeden başlamak durumunda (Bundan önce, son 50 senede faiz azaltma döngüsü en düşük Ağustos 2007’de 5.25’ten başlatılmıştı.) Bu da Fed’in faiz politikası anlamında oldukça düşük bir cephanesi olduğu anlamına geliyor.

Bugüne kadar Fed’den bile daha konvansiyon-dışı tedbirlere imza atmış olan AMB Başkanı Draghi’nin ise görevi bırakmasına 3 ay kala üzerinde ciddi bir baskı var. Kendisinin AMB’nin yıllık sempozyumunda “eğer bir toparlanma olmaz ise daha fazla canlandırma tedbirleri devreye sokulacaktır” şeklindeki mesajı oldukça yankı yapmıştı. Şimdi ise, Avrupa ekonomilerinin ciddi şekilde daralma işaretleri gösterdiği bugünlerde piyasalar Draghi’nin bu sözünü yerine getirmesi için baskı yapmaktalar. Diğer (bizim durumumuzun 180 derece aksi yönünde) bir stres kaynağı ise bir türlü artamayan enflasyon oranları. Manşet enflasyon sadece yüzde 1.3’de seyrederken, çekirdek enflasyon ise 6 yıldır yüzde 1 civarında.

AMB’nin politika faizi Mart 2016’dan beri zaten yüzde -0.4 ile çok düşük bir seviyede. Özellikle banka kârlılıklarını negatif etkilediği için daha fazla eksiye düşürülmesi ise çok zor. Öte yandan, varlık alımı programında AMB henüz kendi koyduğu limitlere yaklaşmış değil. Bu nedenle, Draghi’nin görevi Lagarde’a teslim etmeden önce yeni büyük hacimli bir varlık alımı programını devreye sokmasının AB ekonomisi için faydalı ve de yeni başkanın elini rahatlatacak bir aksiyon olacağı düşünülüyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019