Neyimizle büyük ekonomi olacağız?

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 guventurk@portakalonline.com

Geçen hafta "Bir otomobil markası yaratmaya değer mi?" sorusunu sormuş ve hükümetin artık geleneksel sanayiler arasında sayılan otomotivde bir ulusal marka yaratma konusuna bu kadar yüklenmesinin anlamlı olup olmadığını tartışmıştık.

Bazı dostlarımız ve okuyucularımız geçen hafta otomotiv sektörüne biraz haksızlık ettiğimizi söyleyerek sitemde bulundular. Hemen altını çizeyim, bu soruyla, otomotiv sektörünün ekonomi içindeki payını kesinlikle tartışmıyorum. Bu sektörün istihdam ve katma değer açısından ne denli önemli olduğunun elbette farkındayım. Bu konuda hem bir çok haber yaptım, hem de geçen hafta örneğini verdiğim türde, otomotivde marka yaratmanın önemini vurgulayan yazılar yazdım.

Türkiye'de fabrikadan çıkan her otomobilin, tekstilden kimyaya, demir-çelikten makine imalatına kadar çok geniş bir yelpazede değer ve istihdam yarattığını biliyorum. Bu konudaki Ar-Ge çalışmalarının da yine katma değer açısından çok önemli sonuçlar yaratacağını düşünüyorum. Hatta bu konuda yalnız düşünmekle kalmayıp konuya olan hassasiyetim nedeniyle genellikle Türkiye'de üretilmiş otomobilleri satın almaya da özen gösteririm. Otosan'da tasarlanan Ford Tourneo Connect'imizi  uzun süre ailece severek kullandığımızı, eşe dosta tavsiye ettiğimi, hatta satın almalarına vesile olduğumu da hemen ekleyeyim.

Benim itiraz ettiğim konu, "yerli otomobil markası" kavramının, önümüzdeki 30-40 yılın ekonomik büyümesine olan katkısından çok, hükümet tarafından deyim yerindeyse bir tür "tribünlere oynama" aracı haline getirilmesi ve bizi asıl tartışmamız gereken konudan uzaklaştırması.

Daha önce de söylediğim gibi, kapitalizmin son yüz yılına yayılmış üç büyük çevriminden özellikle ikincisinde (1950'lerden 1990'lara) otomotiv sektörüyle ilgili altyapıya sahip olan veya bunu 1960'lı yıllarda geliştirebilen ülkelerin (G. Kore bunun en önemli örneği) kazançlı çıktığını biliyoruz. Şu aralar, 1990'larda başlayan son çevrimin, "depresyon" döneminin tam ortasında bulunuyoruz. Bu dönemin ardından gelecek "büyüme" ve yeni başlayacak çevrimin "refah" dönemlerinde Türkiye'nin gerçekten "büyüyebilmesi" için, bundan en az 20-30 yıl sonra kitlesel üretimin gerçekleştirileceği yüksek katma değer yaratabilecek teknolojilerle ilgili altyapılarını oluşturulması gerekiyor. 

Konuya olan ilgim nedeniyle izlemeye çalıştığım veya karşıma çıkan kaynaklardan edindiğim izlenime göre, sözünü ettiğim teknolojilerden en popüler olanlarını şöyle sıralayabilirim; nanoteknoloji, simülasyon ve modellemeye yönelik techizat ve yazılımlar, akıllı malzemeler, otomasyon, yapay zeka ve robotik, gıda, ilaç, tıp teknolojileri ve biyoteknoloji, yeşil üretim, kablosuz ağ entegrasyonu, güneş enerjisi ve yakıt pili başta olmak üzere yenilenebilir enerji teknolojileri, uzay, havacılık teknolojileri ve tabii henüz adını duymadığımız başka teknolojiler.

Peki, 30 yıl sonra bu teknolojilere sahip olmanın yolu nedir? Elbette bu konularda yapılacak araştırma ve geliştirme çalışmaları. Peki bu araştırma ve geliştirme çalışmaları nasıl yapılacak? Elbette araştırma ve geliştirme konusunda yatırımların artmasıyla.

Bunun için Türkiye'de Ar-Ge konusunda yeni yasaların çıktığını, teşvik tedbirlerinin getirildiğini biliyorum. Ama teşvik edilen sektörlerin doğru seçilip seçilmediği konusunda ciddi kuşkularım var. Bugün dünyada demir-çelik, metalürji, petrol, toprağa dayalı sanayiler, kağıt, tekstil ve gıda gibi sektörler "geleneksel teknolojiler" olarak kabul ediliyor. Otomotiv, kimya, lastik, makine ve imalat sanayileri ise "orta düzey teknolojiler" sınıfına giriyor. Az önce saydığım teknolojiler ise "yüksek teknoloji" olarak kabul ediliyor. Türkiye'de ısrarla geleneksel ve orta düzey teknolojilere sahip endüstrilerin desteklenmeye çalışılması, üç beş yıllık, bilemediniz on yıllık bir dönemde az çok bir büyüme ve bir ölçüye kadar istihdam artışı sağlanmasının yolunu açıyor elbette. Ancak bugün dünyanın 17'nci büyük ekonomisi olan Türkiye'nin 30-40-50 yıl sonrası için bir iddia taşımasına bence yetmiyor.  

Yerli otomobil markası için harcanması öngörülen miktarın 4 milyar dolar düzeyinde olduğu söyleniyor. Türkiye'nin yıllık Ar-Ge harcaması ise, gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzde 0,85'i düzeyinde (2009). Bugünlerde çokça övünüldüğü gibi 1 trilyon dolarlık bir ekonomi haline geldiysek 8,5 milyar dolar civarında bir Ar-Ge harcamamız var demektir. Dünya genelinde 2009 yılında kabaca 1,15 trilyon dolarlık Ar-Ge harcaması yapıldığı tahmin ediliyor. Bunun 383 milyar dolarını ABD, 280 milyar dolarını Avrupa, 144 milyar dolarını Japonya, 142 milyar dolarını Çin, 24 milyar dolarını Hindistan ve 39 milyar dolarını da dünyanın geri kalan ülkeleri harcadı. Bu tabloya göre toplam Ar-Ge yatırımının yüzde 33'ü ABD, yüzde 24'ü Avrupa, yüzde 12'şeri Japonya ve Çin, yüzde 2'si Hindistan, yüzde 3.4'ü ise dünyanın geri kalanı tarafından gerçekleştirildi. Türkiye'nin dünya Ar-Ge harcaması toplamındaki payı ise yüzde 0.7 düzeyinde kaldı.

Miktar olarak baktığınızda Türkiye, dünyada Ar-Ge sıralamasında 21'inci ülke konumunda. Araştırma ve geliştirme harcamalarının toplam yurtiçi milli hasılaya oranında ise 33'üncü sıraya geriliyor. Bu oran esas alındığında ilk üç sırayı Türkiye'nin üçte biri, dörtte biri kadar milli hasılaya sahip İsrail (%4.48), İsveç (%3.82) ve Finlandiya (%3.45) alıyor. Bu ülkeleri yüzde 3.33'le Japonya, yüzde 2.98'le Güney Kore ve yüzde 2.9'la İsviçre izliyor. Dünyada "gelişmiş ülke" olarak kabul edilmenin kıstaslarından biri de Ar-Ge harcamalarının yurtiçi hasılaya oranının yüzde 2 ve daha yüksek olmasıdır. Ve elbette ki, bu durum Türkiye'nin hükümetleri ve bürokrasisi tarafından da gayet iyi bilinir.

2001-2005 dönemini kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda, Ar-Ge kavramı tam 48 kez geçiyor. Ve planda  "Ar-Ge faaliyetlerine GSYİH'dan ayrılan payın Plan dönemi sonunda yüzde 1.5 seviyesine yükseltilmesi" hedefleniyor. Bir sonraki plan olan ve halen görevde bulunan hükümet döneminde hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma Planı ise 2007-2013 arasını kapsıyor. Planda Ar-Ge kavramı tam 51 kez kullanılıyor ve  2013 yılında Ar-Ge harcamalarının GSYİH'ye oranının yüzde 2'ye yükseltileceği ifade ediliyor. Şu anda 2011 yılındayız. Ne sekizinci, ne de dokuzuncu plandaki hedeflerin yakınındayız...

Affedersiniz ama biz neyimizle "büyük ekonomi" olacağız?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018