Ölçme

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Türkçemizde ne yazık ki İngilizce ‘bull-shit’ kelimesinin tam bir karşıtı yok. Sözüm meclisten dışarı tam tercümesi boğa pisliği ama Türkçe boş laf, palavra, demagoji, saçmalık kelimelerinin neredeyse tamamını kapsar bir anlamı var. Defalarca yazdığım gibi işletmecilik bir bilim dalı, bir meslek olmayıp bir çalışma alanı ve bir kariyer olduğu için gerek akademik gerekse popüler literatürde aşırı miktarda bull-shit’e rastlanır. Zaman zaman bunlara değiniyorum. Bu hafta şu ölçme konusunu işlemek istiyorum. 

Okurlarım bilirler ben hasbelkader matematikte yüksek lisans yaptım, doktora çalışmalarımda da psikometri üzerinde çalıştım. Yani ki dostlar ölçme konusunda bir şeyler bilirim. Böyle kendini şişirme laflarına da pek sıcak değilimdir amma hani haberiniz olsun diye yazdım. 

İşletmecilikte bu ölçme konusunda yazılan çizilen bull-shit’in sonu yok gibi. Bazı yayınlar, sözde kuramlar sırf ölçme üstüne. Akla hayale gelebilecek her türlü iş ve çalışmanın nasıl, neyle ölçüleceği konusunda makaleler, web sayfaları, kitaplar, kuramlar havada uçuşuyor. Temel hipotez ‘Ölçemediğiniz şeyi yönetemezsiniz.’ İşte buyurun size bir bull-shit hipotez. Her şeyi ölçemezsiniz, ölçmeniz de gerekmez, birçok önemli şey ölçülemez, ölçtüğünüz veya ölçtüğünüzü sandığınız her şey önemli değildir, ölçmediğiniz şeyleri bal gibi yönetirsiniz, ölçtüğünüz şeyleri yöneteceğinizin bir garantisi yoktur. Hemen altını çizerek söyleyeyim. Bununla benim ölçme karşıtı olduğum sonucunu çıkarmayın. Tam tersine ölçme taraflısıyım. Taraflısıyım ama neyi niye yaptığını bilmeden her bir haltı ölçüp eli taşın altına yöneticilik yapıyorum diyenlere de karşıyım. 

Bütün bu ölçme gürültüsü 1899 yılında başladı. Yani sizin anlayacağınız çok eski. Ölçme konusunda en eski buluş muhasebe sistemidir. Bir şirketin borcunu, alacağını, sahip olduklarının değerini belli kurallara göre deftere dökme Ortaçağlardan kalma. Buna kimsenin bir itirazı yok. Zaten her ülkede yasal bir zorunluluk. Ama yine çok eski olan bir ölçme hastalığı da var. 

Bu hastalık, 1899 yılında, Betlehem Çelik Şirketinde çalışan Frederick Winslow Taylor adlı birinin “Bir işçi, bir günde dekovillere kaç ton pik demir yükler?” diye sormasıyla başlamış. İspanya-Amerika savaşı nedeniyle artan talebi karşılamak için fabrika bahçesine yığılan 80 bin ton pik demirin 45 kiloluk çubuklar halinde bir an evvel yüklenip işlenmesi gerekiyormuş. Taylor hesaplamış. Yüklenen miktar adam başı günde 12.5 tonmuş. Taylor kolları sıvamış. Birkaç iri kıyım Macar işçiyi çifte maaş karşılığı bir deneye katılmaya razı etmiş. Macar işçiler de kolları sıvayıp 14 dakikada 16.5 ton demiri yüklemişler. Taylor bir hesap yapmış, bu günde 75 ton ediyor. Çay ve ihtiyaç molalarını dikkate alarak işçi başına günde 47 tonluk kota koymuş. Taylor’un ölçmediği şey katıldıkları deney sayesinde günlük işlerinin üçe katlandığını gören Macar işçilerin öfkesi. Neyse allem kellem maaşları günlük 1.15 dolardan 1.85 dolara çıkarıp bu sayede günlük yüklemeyi 45 tonun üstüne çıkarmışlar. 

Bu büyük başarının! ardından Taylor 1908 yılında Harvard Üniversitesi hocalarıyla işbirliği yaparak dünyadaki ilk MBA okulunun açılmasını sağlamış. Taylor bu yöntemine ‘bilimsel yönetim’ adını koymuş. Bilimci olmayanların bile anlayacağı üzere yöntem davul tozu ve minare gölgesi kadar bilimsel. Tarihi gerçeklere rağmen günümüzdeki egemen yöneticilik felsefesi hâlâ derinden Tayloristtir. Tabii bilgisayar ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde Taylorizm, Taylor’un hayalinde bile olmayan biçimde yayıldı ve genişledi. Yayıldı ve genişledi ama temelde değişmedi. Taylorist genler taşıyan ‘Business Process Re-Engineering,’ veya ‘Balanced Score Card’ gibi uygulamalar uzaktan bakınca hiç Taylorist görünmüyorlar. Yöneticilik literatürü neresinden bakarsanız bakın bull-shit olan bu uygulamaları şu veya bu faktörü öne çıkararak satmaya devam ediyor. Bir verimlilik diyorlar, sonra kaliteye dönüyorlar, sonra müşteri memnuniyeti, sonra tedarikçi memnuniyeti, bir ara şirket mensuplarının memnuniyeti derken hop geriye verimlilik konuları Taylorist uygulamalar olarak sayfaları doldurup kafaları karıştırıyor. Binlerce ‘danışman’ sorumsuz yetkili olarak ortalarda dolaşıyor. En akıllılarımız olması gereken yöneticilerimiz de bunları dinliyor, kafa sallıyor ve para harcıyorlar. Öğrenen örgütler (The Learning Organization) veya yaratıcılığı sürekli örgütler (Perpetually Creative Organization) veya bilgiye dayalı örgütler (Information-Based Organization) gibi kerameti kendinden menkul gurular tarafından ortaya atılan bu yöntemler Taylor’un bilimsel yönetimi kadar bilimsellerdir.

Taylor’a karşı gelen hümanist görüş sahipleri de sütten çıkmış ak kaşık değiller. 1983 yılında Harvard Üniversitesinden Moss Kanter enformel ve yaratıcı olan birleştirici örgüt kavramını ortaya attı. Hürya ölçüp biçmekten bir sonuç alamayanlar bu ‘yeni’! düşüncenin peşine düştüler. Halbuki düşünce yeni falan değildi. Burns ve Stalker bunu 1961 yılında yazmışlardı. Derken bir başka hoca, Elton Mayo rasyonel ve hiyerarşik örgütleri kınayan tavsiyelerini sıralamaya başladı. O gün bu gün yöneticilik literatürü Taylor’un ‘etkin çalışın kardeşim’ feryatları ile Mayo’nun ‘Yahu bunlar insan’ itirazları arsında gidip geliyor. Ben işim icabı okumak zorundayım. Okumazsam bu satırları nasıl yazacağım? Sonra arkamdan hoca hiç okumadan konuşuyor diye dedikodu yaparsınız. Sizler niye okuyorsunuz bilemem. 

‘Peki’ diyorsunuz ‘o fena bu bull-shit dedin. Ne yapalım yani? Adımız Tayloriste çıkmasın diye hiç bir şey ölçmeyelim mi yani?’ o konuda da haftaya sohbetleriz.

Sağlıcakla kalın.  

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019