"Bulanmadan Akmak" ideali üstüne

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Hayatın içinde akıp gideriz. Önemli olan "bulanmadan akabilmek"tir. Eğer yayınlama olanağı bulabilirsem anılarıma  "Bunalmadan Akmak" başlığını koyacağım.

Ailenin, köyün, sokağın, okulun ve hayatın bize telkin ettiği bulanmadan akabilmemizdi.

Kadim Afrika halkı, binlerce yılın akıl birikiminden süzerek, "İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma" diyorsa; bulanmadan akmak mümkün müydü?

İlk gençlik yıllarımdan bu yana, kendi özgür zihnimde ne zaman "Bulanmadan akabilir miyiz?" sorusu canlansa; bildiklerimi, gördüklerimi, anladıklarımı zihnimden geçirir; çoğu zaman "düşlenen ile uygulanan arasındaki makasın açıklığını" kavrar, hayat denen bu "uzun ince yolda" yürümenin hiç de kolay olmadığını kavrarım. 

Yaşadıklarımızın ve yaptıklarımızın bir değeri olup olmadığını yargılamak bize düşmez. Yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı, "nesnelliğin namusuna sadakat" göstererek anlatmak bizim sorumluluğumuzdur. Anlattıklarımızın ne kadar nesnel olduğunu değerlendirmek de bizimle eş zamanlı hayat yürüyüşüne katılmış, ayrıntı bilgisi, hatta belgesi olanların işidir.

"Hiçbir anı nesnellik iddiası taşıyamaz" yargısını; insan doğasının temel içgüdülerinin baskın karakterini tanık göstererek anlatan çok sayıda düşünce insanı vardır. Erdemin kökenlerini arayanlar, insanın özünde "ben-merkezcilik" kadar "paylaşmanın ve dayanışmanın" da bulunduğunu kanıtlamaya çalışır. Yaşam böyle bir şeydir; basit ben-merkezcilikle, paylaşımcı, dayanışmacı ve kapsayıcı anlayış arasında gidip gelen bir sarkaca benzer.
İnsan doğasında "ben-merkezci" öz ile "paylaşımcı ve dayanışmacı"  öz arasındaki dengenin kurulmasını, geniş anlamıyla yaşadığımız ortam, miras aldığımız kültür, toplumsal örgütlenme düzeyi, toplumsal gözetim ve denetim kurumlarının işleyişi gibi dışsal etkenler tarafından belirlenir.

Krallar yalan söylemez

Anılarımız üzerinde çalışma yaparken, yazı dünyasında bizim kuşağın zihninde derin izleri olan Büyük Usta Çetin Altan'ın bir sözü zihnimde dipdiridir:" Krallar yalan söylemez çünkü Tanrı'dan başka kimseye hesap vermez!"
Yaşadığımız toplumda, içinde bulunduğumuz koşullarda, zihninde kendini sorumlu kabul etse bile çok az sayıdaki insan entelektüel anlamda krallığını ilan edebilmiştir.

Kendi adıma, hayatın kralı olabilmede, iç dünyamın yetersizliğiyle ve çevremin kısıtlarını zaman zaman sorgularım. Yazdıklarımı ve söylediklerimi izleyenler bilir ki, içtenlikle "hayatta yüzde yirmi beş dürüst kalabildim" derim. Dürüstlüğün, bildiklerimiz ile söyleyebildiklerimiz arasındaki makas olduğunu açıklar, makası ancak bir çeyrek açık tutabildiğimi açık yürekle paylaşırım.

Bulanmadan akabilmek için yalan söylemeyecek krallıkları ilan edebilmenin koşulları üzerine düşünürüm.
Koşulların ilki, "vazgeçilmez bir ideal ve yaratmak istediği sonuca" odaklanmadır. Hayatın her türlü güçlüğünü karşılamayı bir ideal uğruna benimsemiş insanlar, bugünkü uygarlığın yaratılmasının gerçek kahramanlarıdır.

Kendi zihin özgürlüklerinde belirledikleri ideallerine ulaşmak için zindanların zifiri karanlıklarında bile yaşam sevinci ve üretme gücü bulanlardır.

Şeytanın bile aklına gelmeyecek işkence usüllerini insanlar üzerinde deneyen egemenler karşısında, kendi doğrularını inkar etmeyenlerdir.

Sürgünlerde, kökünden kopmanın yarattığı yalnızlığın tesellisini zihinlerindeki ideal ve yaratmak istenen sunuca odaklayarak ayakta durabilenlerdir.

Son çözümlemede, ideali ve yaratmak istediği sonuca gitmek için en ağır bedel olan ölümü bile gözünü kırpmadan göze alanlardır.

Sıradan yaşamların anlatımı

Bizim gibi sıradan yaşamış, çoğu zaman korkularının tutsağı olmuş, vazgeçilmez bir ideali ve yaratmak istediği sonucu zihninde belirlemiş olsa bile, ona gereken bedeli ödememiş olanların "bulanmadan akması" ne kadar mümkündür?

Mümkün olmadığını söyleyerek, bildiklerimizi, gördüklerimizi anlatmaktan vaz mı geçelim?

Soruya yanıtım, kesin olarak "hayır!" olacaktır.

Eğer hayatın ırmağında yüzde yirmi beş bulanmadan akabildiysek; diğer üç çeyreği bulanmışsa, onun nedenlerini, nesnel olarak ya da kendimizi savunmak adına gerekçeler üretmek için anlatırsak, bizden sonraki kuşakların hatırlama kültürünü geliştirmeye katkı yaparız.

Düşünün ki, bizimle birlikte yaşamış çok sayıda insan, yaşam ırmağının akışını bulandıran etkenleri anlattı. O zaman bizim kendimizi abartan ya da küçümseyen anlatımlarımız başkalarının  aynasına yansır, bizimle ilgili nesnel bir değerlendirme ortaya çıkabilir. Yaşadıklarımızı yazmaz, eksik de olsa bildiklerimizi anlatmazsak, geçmişi anımsamanın sınırlarını daraltmış oluruz.

Gözetim ve denetim

Birbirimizi gözetlemenin ve denetlemenin, bu yolla güvenilir ortak yaşam alanları yaratmanın yollarından biri de anılarımızı yazarak, hatırlama kültürüne katkı yapmaktır.

Bırakınız oturup ciddi biçimde yaşadıklarımızı yazmayı, kimi zaman bir saatli maarif takvimine düşülmüş notların bile geçmişte yaşanmış olanlarla ilgili önemli ip uçları verdiğine tanıklık edenlerimiz olmuştur.

Bulanarak akmış olsak bile, kendi zihnimizde bulandırıcı etkenlerle olan ilişkilerimizi meşrulaştırma biçimimiz bile gelecek kuşaklar için tünelin ucundaki ışığı gösterebilir.

Yaşam döngüsünde gözetim ve denetimin sürekli ve etkili geri bildirimin çok önemli bir geliştirici ve ilerletici etken olduğunu kavrarsak, daha iyi bir gelecek inşa edebiliriz.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar