Türkiye Suriye’de istediğini aldı ama ne pahasına?

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ dunyaweb@dunya.com

Geçen hafta, jeopolitik yapbozun parçaları nihayet Türkiye’nin lehine yerleşmeye başlamış gibi görünüyordu. 19 Aralık’ta, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump ile yaptığı telefon görüşmesinden sadece beş gün sonra ABD Dışişleri Bakanlığı Patriot füze savunma sisteminin Türkiye’ye satışını destekleyeceğini duyurdu. Ertesi gün de Trump Amerikan birliklerinin Suriye’den çekileceğini bildirdi. Bu gelişme ABD Savunma Bakanı James Mattis’in istifasına yol açtı. Bu gelişmeler kulağa hoş geliyor ama ciddi riskleri de barındırıyor. Türkiye, Suriye muhalefetinin son kalesi olan İdlib’de zaten yeni sorumluluklar altına girmiş durumda ki buna Türkiye’nin kuzeybatı Suriye’deki varlığını da eklemek lazım, Türkiye’nin kontrolünde üçüncü bir bölge ülkenin kaynaklarını ciddi anlamda zora sokabilir.Türkiye bunun altından kalkabilir mi yoksa yutmakta zorlanacağı bir lokma mı ısırdı?

İlk olarak, Trump’a askerlerini Suriye’den çekme kararını hangi saiklerin aldırdığını izah edebilir misiniz? Bu sonucu Erdoğan ile telefon yapılan telefon konuşması mı sağladı?

Patriot füzelerini Türkiye’ye satışı konusunda ABD’nin tavrında zaten bir yumuşuma başlamıştı. Dışişleri Bakanlığı’nın önerisi Kongre’nin onayını gerektirdiğinden, füze satışı henüz kesin değise de, öneri bir tavır değişikliğine işaret ediyor. Ardından Trump’ın Suriye’de DEAŞ’ı kontrol altına almaya yönelik görevini tamamladığını söyleyerek ABD kuvvetlerini 60 ila 100 gün zaman zarfında geri çekeceğine dair şaşırtıcı açıklaması geldi. Bu sadece Türk halkı ve YPG için değil aynı zamanda Amerikan bürokrasisi ve Kongresi katında da şaşkınlık yaratan bir gelişme oldu.

Trump’ın kararının bütünüyle Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinin ürünü olup olmadığını bilemiyoruz; ancak kendisinin seçim kampanyası sırasında Amerikan askerlerini Suriye’den çekeceğine dair söz verdiğini de hatırlamakta fayda var. Belki vurgulanması gereken husus her iki liderin de siyaseti kişisel düzeyde yürütmeye eğilimli olmasıdır. Telefon görüşmesinin bütün bu gelişmelerde kilit rol oynayıp oynamadığından emin olamayız. ABD yönetimine yakın kaynaklarından gelen haberler buna işaret ediyor olsa da, biliyoruz ki, her iki lider de dünyaya ‘al-ver’ pencerisinden bakıyorlar. Nelerin verilip nelerin alındığını hala bilmiyoruz. Şimdiye kadar tek bildiğimiz husus Başkan Trump’un Amerikan askerlerinin Suriye’de kalmaması gerektiğine ikna edilmiş olmasıdır.

Belki karşılıklı olarak bazı tavizler verildi. Amerikan askerlerin geri çekilme haberi ile patriot sisteminin satışına ilişkin açıklama aynı döneme denk geldi. Türkiye bunların karşılığında ne vaat etmiş olabilir?

Bir olasılık, Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi, Fırat’ın doğusunda ABD’nin işlevini devralmayı, yani DEAŞ’ın askeri ve siyasi gücüne son vermeyi teklif etmiş olmasıdır. Ancak, İranlıları bölgenin dışında tutmak, S400 füze sisteminin satın alınmasını askıya almak gibi başka konular da olabilir. Ama bütün bu yorumların sadece birer spekülasyondan ibaret olduğunu belirtelim.

Suriye’den çekilmesinin ABD’nin menfaatine hizmet ettiğine inanıyor musunuz?

Bunu cevaplamak için, Amerikan birliklerinin neden orada olduğunu tahlil etmemiz gerekiyor. Bunun ilk etaptaki gerekçesi DEAŞ ile savaşmaktı, fakat DEAŞ ile mücadelede sona yaklaşılmasıyla, Amerikan askeri ve dış politika yapımcıları ABD varlığının amacını yeniden tanımlamaya yöneldi. Amaçlarından biri İran’ın gücünün batıya doğru daha fazla sızmasının durdurulmasıdır. Bir başka hedef artan Rus etkisini dengelemektir. Bu aşamada, Amerikan yönetimi (ya da daha büyük olasılıkla Başkan Trump) Suudilerle işbirliği yapmanın, NATO’ya benzeyen bir Arap gücü kurma planlarının gerçeklere uymadığına, Birleşik Devletlerin de bölgede güvenilir ortakları olmadan politikalarını tek başına yürütme imkanına sahip olmadığına hükmetmiş olabilir. Suudilerin etkin bir mücadele gücü oluşturmadığı aşikar. Ayrıca İran’la ilgili saplantıları nedeniyle Suriye’ye yönelik çabalara çok fazla katkıda da bulunmuyorlar.

Öte yandan, YPG ile vekalet savaşında ortaklık yapmak bünyesinde birçok boyutu barındırıyor. Sonuçta, Ortadoğu’nun siyasi haritasını yeniden tasarlamaya yönelik Amerikan planları işe yaramadı. ABD, bu planları uygulamaya devam etmek için önemli kaynaklara, özellikle askeri kaynaklara yatırım yapmaya istekli görünmüyor. Bu sebeplerden ötürü sorumluluğu Türkiye’ye devretmeyi Trump kendisi istemiş olabilir.

Özellikle eğer Fırat’ın doğusunda bir operasyon başlatırsa ve bu süreçte, Kuzey Suriye’nin tamamını kontrol altına alırsa, Türkiye’nin omuzlarına çok fazla sorumluluk yüklenmiş olacak. Peki bundan sonra neler olur?

Türkiye’nin Suriye’nin mevcut rejimi ile daha fazla iletişim kurmadan Kuzey Suriye’de YPG sonrası durumu nasıl şekillendireceğini kestiremiyorum. Bu, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler tipi hareketleri destekleme stratejisini sona erdirmesi gerektiği anlamına geliyor. Bu politika değişikliğinin Türkiye için yutulması zor bir lokma olacağını düşünüyorum. Ancak Türkiye Suriye’de bir batağa sürüklenmek istemiyorsa, Suriye hükümetiyle müzakere etmek zorunda kalacaktır. Bu müzakerenin önemli bir ilkesi, Suriye’nin Kürt kesimlerinin Türkiye’yi rahatsız edecek şekilde örgütlenmesine izin verilmemesidir. Bu ilke 1999’daki Adana Anlaşmalarında değinilen meselelerin de merkezinde yer alıyordu. Böylece, döndük dolaştık ve herşeyi yeniden tasarlamaya geri döndük.

Türkiye istediğini elde etti; Bölgede önemli rol üstleniyor. Bunun altından kalkabilir mi? Böyle büyük bir görevi üstlenmek için yeterli kaynağı var mı? Tek kelimelik bir cevap isterseniz: Mümkündür. İki kelimelik bir cevap istiyorsanız; Muhtemelen hayır. Şu anda, Türkiye ekonomisi zor durumda. Ülkenin topraklarının dışında askeri sorumlulukların üstlenilmesi, Türkiye’nin taşıyamayacağı ek ekonomik sorunlar doğuracaktır. İkincisi, Türkiye’nin askeri gücünün büyük bölümünü Suriye’ye tahsis etmesi de ihtiyatlı bir davranış değildir; karşılamaya hazır olmamızı gerektiren başka ihtimal ve zorluklar var.

Kamuoyu yoklamalarına bakıldığında, iktidar partisinin siyasi desteği güçlü seyretmiyor. Bu durum siyasi desteklerini güçlendirebilir mi?

Dahili desteği güçlendirmek için harici eylemlere yönelmek her zaman riskli bir iştir. Bu yola girmek, çoğu zaman kısa vade hariç siyasi destek sağlamak bakımından çok işe yaramıyor çünkü maliyeti çok yüksektir. Harici eylemler ilk etapta bir miktar heyecan yaratabilir ve iç dayanışmayı güçlendirmek gerekçesiyle hükümet destekleme çağrıları yapabilir. Ancak bu sürecin uzaması genellikle olumsuz sonuçlar doğurmaya yatkındır. Suriye’ye herhangi bir müdahalenin kısa vadede sonuçlanabileceğini beklemiyorum. Türkiye bu karmaşanın içinde uzun süre kalmaya hazır olmalıdır!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019