Yine maliye politikası

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Kriz bitti derken, AB ülkelerinde durgunluk sinyalinin yeniden artması, Çin’in %6 büyümeye takılması ve ABD ile yaşadığı ticaret savaşı, Türkiye ekonomisinin krize girmesi küresel finans çevrelerinin keyfini bozdu. Hal böyle olunca sorular sorulmaya hatta krizin başına dönülüp, o günden bu güne neler olduğunun yanıtı aranmaya başlandı.

Bu işlere biraz kafa yoran birisi olarak ben de birkaç yıl önce okuduğum G. Akerlof, Olivier Blanchar, David Romer ve Joseph Stiglitz’in derlediği “What Have Be Learned, Macroeconomic Policy After Crises” başlıklı kitabı tekrar raftan indirip önüme koydum. Aslında kitabın çevirisinin de yapıldığını da biliyorum, Efil Yayınevi bu zorlu işe girişmişti. Onlara da ne oldu dedim. Bir ay içinde baskıya gireceğiz deyince sevindim. Bundan olayı da mevcut kriz sorgulamasını (en azından bir kenarından tutarak) bu kitaba dayanarak yapmak istedim. Çeviriye de baktım, güzel olmuş. Meraklı ve kitap okumayı sevenler içinde şimdiden okumalarını öneririm. En azında üçüncü sınıf TV yorumcularını dinlemekten iyidir.

Şunu şimdiden söyleyelim. Yaşadığımız ve tümü ile içinden sıyrılamadığımız kriz aynı zamanda bir borç krizidir. Borç yükünün ağırlığı, ekonomik ve siyasi bedelleri hemen hemen tüm ülkeler için büyük oldu. Son olarak Yunanistan’da Syriza’nın başını yedi. Syriza sosyalist geçinip IMF politikalarını uygulayınca Yunan halkı cezayı kesti.

Maliye politikasının üç bacağı var:

Harcama Politikası
Gelir Politikası
Borçlanma Politikası

Harcama politikası kamunun harcamalarına ilişkin. Nereye para harcanacağının belirler. Bakın Trump bile 4 temmuz Bağımsızlık gününde resmi geçide 4 milyon dolar harcadı. Türkiye Cumhuriyeti son 5 yıldır saray yapıyor, cami yapıyor, bürokratlarımız kendilerine lüks araç filoları kuruyor. Küba hükümeti sağlık harcamalarını kansere aşı bulmakta kullanıyor. Bunların hepsi kamu harcaması. Kamu gelirinin nereye harcandığı ekonomi açısından önemli, çünkü etkisi farklı.

Gelirler politikası kamu gelirlerinin yani vergilerini, SGK primlerini ve diğer kamu gelirlerini kaynak açısından değerlendirmeye yöneliktir. Örneğin gazoza ÖTV koyup, pırlantaya vergi koymaya bilirsiniz. Yine içkiye öyle bir vergi koyarsınız ki, ülkenizde hergün yurttaşlar sahta içkiden zehirlenip ölebilir (bazıları bunun iyi olduğunu, zıkkımın kökünü içsinler diyerek, Maltusyen bir çözüm olarak görebilir) Ancak vergilerin dolaylı ve dolaysız vergi ağırlıklı olup olmaması gelir dağılımını, büyümeyi sürdürülebilirliğini için önemli olduğunu söyleyip burayı geçelim.
Borçlanma politikası, kamunun harcamalar için gelirler yetmediği zaman devreye girer. Ankara’da Eskişehir yolundaki kamu binalarını görünce neden Türkiye’nin borçlandığını çıplak göz ile görebilirsiniz. Ancak borçlanma öyle kolayca analiz edilebilir bir iktisadi konu değil. Hangi para cinsinden (iç ve dış, ya da ulusal para, döviz cinsinden borçlanma), hangi vade, hangi faiz oranı ile borçlanacağınız önemli. Daha da önemlisi size borç para vermek isteyen olup, olmadığı da ayrıca önemlidir. 2000’li yılların başından 2016 yılına değin süren küresel likidite bolluğunda borç vermek isteyen çoktu. Şimdi ise bu bolluk eskisi gibi değil. Türkiye ekonomisinin şu aralar çektiği karın ağrısının nedenlerinden birisi de bundan kaynaklı.

Borçlanma ile kamu harcaması yaparsınız. Yani bugünkü nesil harcar, gelecek nesil öder. Örneğin son yıllarda sürekli eleştirilen Mustafa Kemal ATATÜRK ve İ. İnönü döneminde düşük borçlanma yapılmış buna karşın önemli sanayi yatırımları yapılmıştı. Gelecek nesillere borç değil varlık bırakılmıştı. Gelecek nesiller de onları özelleştirip (Şeker fabrikaları bir örnektir) saraylar, camiler yaptı, araç filoları kurdu (cahil halk buna rağmen CHP’nin bu ülkede bir dikili ağaca yok diyebilmekte, yazık bu canlılara).

Küresel ekonomideki yeniden durgunluk tartışmasında kritik nokta borç yükü (yani borç stoku/GSYH). Çünkü geçmiş nesilden gelen borç yükünü ödemek için şimdiki neslin tasarruf yapması yani az tüketmesi, düşük yatırım yapması demek. Tüketimin, yatırımın azalması ise, talebin düşmesi yani büyümeden feragat demek. Bununla da kalınmamakta devlet vergileri artırarak borç yükünü azaltmak isterse talep daha da azalmak da ve halkı refah kaybına uğramakta, gelir dağılımı bozulmakta.

Roubini: Yüksek vergi iktisadi büyümeyi etkileyen sapmalara neden olur

Gelin bu konuda önemli bir ismi, kriz kahini N. Roubini ne demiş, söz ettiğim kitaptan bir okuyalım: “İktisat teorisi belirli bir noktadaki yüksek kamu borcunun iktisadi büyüme üzerinde negatif etkiye sahip olabileceğini ortaya koymaktadır. Yüksek kamu borcu yüksek reel faiz oranlarına yol açabilir ve yatırım ve tüketimi dışlayabilir. Borç ödeyememe durumunun gerçekleşmesiyle ilave hasarlara neden olan borç krizi riskini arttırabilir. Borç krizinden kaçınmak amacıyla karar alıcıları vergileri arttırmaya zorlayabilir; ne var ki yüksek vergi iktisadi büyümeyi olumsuz etkileyen sapmalara neden olmaktadır. İktisat teorisi belirli bir noktadaki yüksek kamu borcunun iktisadi büyüme üzerinde negatif etkiye sahip olabileceğini ortaya koymaktadır. Yüksek kamu borcu yüksek reel faiz oranlarına yol açabilir ve yatırım ve tüketimi dışlayabilir. Borç ödeyememe durumunun gerçekleşmesiyle ilave hasarlara neden olan borç krizi riskini arttırabilir. Borç krizinden kaçınmak amacıyla karar alıcıları vergileri arttırmaya zorlayabilir; ne var ki yüksek vergi iktisadi büyümeyi olumsuz etkileyen sapmalara neden olmaktadır”.

Tercih sizin ya bu iktisatçıları okuyun, ya da TV’deki yorumcuları dinleyin!!!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019