"Değer aşındıran reaksiyoner insanları" mı özendiriyoruz?

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

İnsanları diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerinden birini, Matt Ridley "Erdemin Kökenleri" adlı kitabında şöyle anlatır:

"İnsanları farklı kılan kültürdür. İnsanların geleneklerden, alışkanlıklarından, bilgiyi ve         inanışları bir bireyden diğerine bulaştırarak aktarma eylemlerinden ötürü, insanoğlunda         süregelen tümüyle yeni türden bir evrim söz konusudur-genetik anlamdaki farklı bireyler ya da gruplar arasında değil, kültürel anlamda farklı bireyler ya da gruplar arasında bir rekabet. Bir birey, daha iyi genleri olduğu için değil ama elverişli/kullanışlı değeri olan bir şeyi bildiğinden ve inandığından, bir diğerinin pahasına gelişip çoğalabilir."

Kültürel anlamda çoğalmanın neresinde durduğumuzu anlamak istiyorsak, düşüncelerini yazan insanlarımızın değerlendirmelerine bakmalıyız.Düşüncelerini yazan 10 insanımızın bakış açılarını bu yazıda paylaşacağım. Daha sonraki yazılarımızda başka yazı insanlarımızın düşüncelerini de aktararak, kendi düz aynalarımızda kendimizi nasıl tanımladığımızı anlamak istiyorum.

Kompleks hepimizde var

Muhtar Kent' in objektifinden bakıldığında: "Türk yöneticilerinde özgüven eksikliği var. Dışarıda yeterince rahat değiller.Yurtdışındaki insanlarla aynı Türkiye'de olduğu gibi ilişki kurmak lazım. Bu özgüven eksikliği belki de lisan eksikliğinden kaynaklanıyor. Yeteri kadar açık değiliz."
Ferzan Özpetek' e göre de "Biz Türkler'in bir kendini anlatma derdi var: 'Bakın biz de sizin gibiyiz, biz de moderniz.' Bakın İstanbul ne kadar güzel' gibi... Bu kompleks hepimizde vardır. Siz bunu aşabildiniz mi, yoksa bu duyguyu yararınıza mı kullanıyorsunuz?" sorusuna verilen yanıt önemli.
Fuat Sezgin inanç yönüyle yaklaşıyor: İnsanlarımız, "İslamiyetin hep Batı'nın gerisinde olduğuna inanmışlar. O nedenle de bir aşağılık duygusu var. Nedense Batı'nın üstün olduğuna sonsuz bir inanç var. Oysa değil. Müslümanlar 16'ncı yüzyılın ortalarına kadar  bilimde Avrupalılara nispeten iyiydi." 
Şerif  Mardin' e göre de "Üzerinde hiç durmadığımız bir önemli nokta 'uçma' nın  Türkiye'de meşru sayılmamasıdır. Bundan bir hayli önce, Batı'nın anlayışında 'demon' kavramının bir taraftan ürkütücü, fakat diğer taraftan yaratıcı bir öge olarak anlaşıldığını yazmıştım. Önemi dolaysıyla burada altını çizdiğim bu kavramı mümkün olduğunca kısa bir şekilde tanımlamak gerekirse, buna 'şeytanılığın yararacılığı' diyebiliriz(...) Bizde Baudelaire gibi 'uçan' bir yazar yoktur ve kültürümüz Baudelaire ve Rimbaud'ları yaratmaz. Bu da kendi kendini sansürden başka bir şey değildir. Oysa bu tipte kişileri olmayan bir topluluk, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi idealizm ile bayağılık arasında gelip gitmeye mahkumdur(...) Genellikle Türkiye'de düşünceye konan sansürün bir dış sansür olduğu anlatılmıştır, ben ise devam eden bir iç sansürün buna sebep olduğunu sanıyorum."

Kenan Gürsoy da  uçlarda duran yaklaşımdan yakınıyor: "Türkiye'de aklar ve karalar, iyiler ve kötüler daima 'uçlar' diye düşünürüz. Benim dilimi konuşmayan, benim kavramlarımdan bahsetmeyen, benim insanlarımdan olmayan, adeta olmaması gereken insan olarak düşünülüyor. İnsanlar arasında bir iletişim ve kabullenme sorunu var."

Akla ve ahlaka uygun düşen

Ali Bardakoğlu, 1 Ocak 2015 tarihinde Hürriyet' te "Akla ve ahlaka uygun düşen, insanlığı geliştirici değer ve aksiyon üreten insan yerine, duygularıyla davranan, değer aşındıran reaksiyoner insanların" çıkışından söz ediyor; " İslam dünyası hep ötekinin yapıp ettiklerine bakıyor. Oysa yapılması gereken aynaya bakmaktır"genellemesini paylaşıyordu. 

Ceyda Karan da Cumhuriyet' te 14 Ocak 2015 günü, "İslamcı aydınlarımızdaki reaksiyonerliğin gücü olduğunu bilmiyor değildik. Ancak çok daha derin patalojik sorunlar bu vesileyle ortaya saçıldı. Batı'yı tartışmadan kendi kendilerini konuşamıyorlar bile. Kendilerini sürekli başkalarının eylem/edimlerinden yola çıkarak izaha çabalamak, mütemadiyen kurban/patlamış kum torbası misalı/olmak ne acılı bir varoluş,

"Ötekileştirme"  tuzağı

Ali  Bulaç, 24 Aralık 2013 günü "İslam'ı dışlamanın sebepleri" başlıklı yazısında, İslam'la ilişkilerin bu noktalara gelişinin dini ve tarihi sebeplerine değiniyor ve şu hususun altını çiziyor: "Bu sebeplerin geçmişi çok derinlere dayanır. Endülüs, Haçlı Seferleri ve Osmanlı unutulmuş değil. Müslümanlarla Avrupa arasında tarih boyunca savaşlar olmuştur. Toplumsal hafızanın bütün kodlarında İslam sadece bir 'öteki' değil 'ötekileştirilmiş bir tehdittir. Avrupa, kendinden başka din gruplarına ve kavimlere biri türlü 'salt öteki' olarak bakmıyor; mutlaka ötekileştirip kendisiyle arasında bir karşıtlık ilişkisi yaratıyor. Şimdi de neredeyse bir bütün olarak Batı, Sovyet sisteminin yıkılmasından sonra bugünkü varoluşunu  'ötekileştirilmiş İslam imajı' üzerine kuruyor," diyerek, gelişmelerin tek yönlü olmadığını söylüyor.

Çetin Altan ise sıklıkla " Zaman ve mekandan kopuk bir ülke olan Türkiye'de yazı adamı anlaşılmaz" diye uyarıyor; tartışmaları zaman ve mekan boyutunu dikkate alarak yapabilirsek; "inançtan düşünceye", "topluluktan topuma" ve "taklitten yaratacılığa" geçebileceğimizi anlatıyor.
Ali Köse bardağın dolu yanına işaret ederek: "Türkiye'de çağdaşlıkla muhafazakarlığı, modernlikle dindarlığı birleştirebilen bir ülke" olduğunun altını çiziyordu.
Bir sonraki yazıda "baba kültürü" ve "reaksiyoner toplum" konusundaki düşünceleri aktarmak istiyoruz.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar