ABD'de borçlanma sorunu

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

 

 

 
2013 yılı için geçen hafta açtığımız falın ilk öngörüsü gerçekleşti. ABD'nin mali uçuruma gidişi durduruldu, Demokratlar ile Cumhuriyetçiler anlaştı. Obama hükümeti yeni borçlanma için yetki aldı. Bu gelişme ABD ekonomisi için kurtuluş olur mu? Hayır. Sadece bir soluklanma. Kurtuluş işsizliği azaltmaktan, büyüme ivmesini hızlandırmaktan geçiyor. İkinci defa iktidara gelen Obama yönetiminin  bunun için hazırladığı reçetenin öncekilerinden farkı,  gelir vergisi oranlarını (özellikle üst dilim için) artırmak, medicaid sistemini  yaygınlaştırmak ve ABD'lilerin tamamını sigorta kapsamına almak. 
 
Obama'nın bir taraftan bütçe dengesini sağlamak, diğer taraftan kamu harcamalarını sosyal alanlarda artırma hedefe ulaşmak için bu vergi artışları yeterli olacak mı? Yanıtı kısa ve uzun dönem için verelim. Bunun için önce OECD içinde ABD'nin vergi hasılatı açısından nerede olduğuna bakalım. OECD ülkeleri içinde Vergi Gelirleri/GSYH oranlarına baktığımızda en altta dört ülke var. Bu oranın en düşük olduğu ülke (2010 yılı) %18,8 ile Meksika, sonra sırasıyla (2011 yılı için) %21,4 ile Şili, %25 ile Türkiye ve %25,1 ile ABD. En yüksek Vergi Geliri/GSYH oranı %48,1 ile Danimarka, %44,5 ile İsveç, %44,2 ile Fransa ve %44 ile Belçika sahip. Bu verilere baktığımızda ABD'nin vergi hasılatını artırıp borçlanma ve büyüme sorununu hemen çözmesinin mümkün olmadığını görülüyor.
 
ABD vergi artışlarına rağmen 2013 yılında da borçlanmaya devam edecek (yetkiyi de almış durumda), FED vasıtası ile parasal genişlemeye devam edecek. Yani Obama yönetimi kısa dönem için rahatladı. Uzun dönem için çözülen bir şey yok. 
 
İster ABD, ister başka bir ülke olsun borç sorunu çözmenin yolu iktisat modelini değiştirmekten geçiyor. Mevcut  modelin en önemli özelliği üretim faktörlerinden birisi olan sermayeye serbestlik getirilmesi, yani sermaye akımının önündeki engellerin kaldırılması. 
 
Bu görüşü savunan iktisatçılar McKinnon ve Shaw kitaplarını 1973'te yazmışlardı. Görüşleri 1980'lerden itibaren dünya da büyük ölçüde iktisat politikası şekline dönüştü, uygulandı. Tezleri ne idi, serbest faiz politikası, sermaye akımı serbestliği tasarrufları artıracak, faizleri düşürecekti. Gelinen noktaya bakalım. 
 
Bu görüşlerin baş savunucusu ABD'de kriz öncesi hanehalkı tasarruf oranı %1'lere gerilemişti, şimdilerde %5'ler seviyesinde. Faiz oranları düştü ama artan ne tasarruf var, ne de büyüme. Artan sadece borçlanma. Türkiye'ye bakalım 1960'larda %30'larda, 1970'lerden, 2000'lere kadar %25'ler düzeyinde seyreden hanehalkı tasarruf oranı, 2010'lara gelindiğinde %12'ye gerilemiş durumda.  
 
Tasarruf gelirin tüketilmeyen kısmı. Eğer harcama gelir dengesi bozulursa, yani reel sektörün karı düşerse, hanehalkının geliri düşerse, tasarruf azalır, borçlanma artar.  Krizin başlangıcında 2007'de olan tablo bu idi. Sonra.
 
Sonrası finansal serbestleşme sürecinde kendine geniş alan bulan finansal kapitalizm ne hanehalkını, ne de reel sektörü düşündü, o sadece faiz marjını, kendi karını düşündü (bu da doğaldır, doğal olmayan finansal sermayenin böyle elini kolunu sallayarak gezmesine izin vermekti). Hükümetler buna destek verdi. Sonuç da finansal kapitalizm her şeyin üstüne çıktı. Çökertti. Şimdi çöküşü yaşıyoruz.
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019