Ah bu rakamlar

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Sevgili dostlar: Ülkemizde öyle şeyler oluyor ki işletmecilik sohbeti yapmak konusunda insan zorlanıyor. Bazen kendi kendime “Sevda yelleri esiyor serde, ağam nerede?, Beyim nerede?, Paşam nerede?” diyorum. Ama üstlendiğim iş bu. Canın sıkılsa da, gündemde çok ama çok daha önemli konular olsa da, kendi işini, elinden gelen en iyi şekilde yapmaya devam etmelisin. 

Bu yazıyı bayramdan önce yazıyorum. Hepinize önce sağlık, sonra yaşamınızda saadet ve gönül huzuru ve de, eksikliğini çok hissediyorsanız, iş hayatınızda bol paralı başarılar diler, geçmiş bayramınızı kutlarım. 

Efendim ülkeler, şirketler ve çocukların ebeveynleri rakam meraklısıdırlar. Basın toplantısı yapan şirket yöneticisi göğsünü kabartarak “Şirketimiz geçen yıl %4.6 büyüdü”, devlet büyüklerimiz “%3.5 ile önemli bir büyüme yakaladık”, dernek başkanımız “Dış ticaret hacmimizi %7 arttırdık”, ebeveynler “Maşallah. Artık 8 numara ayakkabı giyiyor. Ne kadar da büyüdü” diyerek böbürlenirler. Konuya daha önce de değinmiştim ama bu ve gelecek haftalar bu rakam işine müsaadelerinizle son bir kez daha bir eğilmek istiyorum.

Konumuz işletmeler ama örnek olarak milli gelir rakamlarından başlayalım. Milli gelir, malum, bir dönem içinde üretilen mal ve hizmetlerin toplam değeridir. Bu rakam ne kadar büyükse ülkede o kadar çok mal ve hizmet üretilmiş demektir. Bu iyidir. Bu iyidir ama bir sorun var. O da üretilen mal ve hizmetlerin değerlerinin ölçülmesinde henüz fonksiyonel ve fonksiyonel olmayan etkinlikleri birbirlerinden ayıran bir milli gelir hesaplama disiplininin uygulamada olmaması. Bunu bir örnekle açıklamaya çalışayım. Bugün Türkiye’deki 80 milyon kişinin yarısı diğer yarısını öldürse milli gelir artar adam başı milli gelir de iki katının üstüne çıkar. Önce katillerin silah, avukat, mahkeme, tazminat, hapishane masrafları ve maktullerin cenaze harcamaları etkinlik olarak milli gelir hesaplarına girer. Milli hasıla artar. Sonra nüfus yarıya indiği için adam başı mili hasıla en azından o yıl için katlanır. 

Bu örnek çok abartılı geldiyse başka bir gerçek örnek vereyim. Aswan barajı yapılınca Nil’in taşması durdu, Taşma durunca alüvyonlu toprak azaldı. Toprakta tuz oranı yükseldi. Alüvyonlu toprak azalıp toprakta tuz artınca toprak verimsizleşti. Pamuk üretimi düştü. Toprağın verimini arttırmak için gübre kullanılması gerekti. Gübre imal etmek için de elektrik gerekti. Bu elektrik Aswan barajından sağlandı. Gübrelemeyle üretim seviyesini geri kazanıldı. Baraj yapımı, elektrik üretimi, gübre imalatı, gübre serpilmesi milli gelire hep artı olarak girdi. Girmeye de devam ediyor. Ancak, sonuç aynı miktarda pamuk üretimi. Yani ağa ile yamağının hikayesi gibi. Hani yamak sormuş ya “Ağam madem sonuç bu olacaktı biz bu b...ku niye yedik?” diye. 

Allahtan işletmelerde fonksiyonel ve fonksiyonel olmayan etkinlik ayırımı gerekmiyor. Dünyanın en eski disiplinlerinden biri olan muhasebe sayesinde ne olup bittiği oldukça açık görünüyor gibi. Rakamlar yalan söylemiyor. Rakamlar yalan söylemiyor ama her şeyi söylüyorlar mı? İşte o şüpheli. Rakamlar bazen bilerek (Rakamlar yalan söylemez ama yalancılar rakam kullanırlar) bazen bilmeden (Rakamları kullanmada güven onların nereden geldiklerini anlayana kadar sürer) yanlış kullanılırlar .

Rakam kullanmada en sık yapılan hile rakamın ne anlattığını anlatmamaktır. ABD’de emlak satın alırken emlakçıların ‘Full-Disclosure’ denilen bir sorumlulukları vardır. Full-Disclosure tam-ifşaat anlamına gelen İngilizce bir kelime. Emlakçı sattığı emlak hakkında ‘bildiği’ olumlu olumsuz her şeyi alıcıya anlatmak zorundadır. Alıcı sonradan çıkacak bir sorun halinde emlakçıyı kendisini bu konuda bilgilendirmemiş ise, sorumlu tutar ve tazminatını alır. İşletmelerde böyle bir kural yok. Yani şirketin durumunu anlatırken “Kârımız %5 arttı” diyen yönetici bunu kime anlatıyorsa ‘şirketin başarısı’ konusunda full-disclosure yapmış sayılmaz. 

Bir örnek vereyim. Yaşı müsait olanlar hatırlarlar. Türkiye’nin ekonomik hayatının önemli bir kısmı Cumhuriyet tarihinin anlatılmayan ve bu nedenle de pek anlaşılmayan önemli başarılarından kamu iktisadi teşebbüslerinin elindeydi. Bu işletmelerin anlatması uzun kıymetli hizmetleri “Devlete yük oluyorlar. Hepsi zararda. Kapatalım, satalım, asalım keselim” bağırtıları arasında unutuldu gitti. Neyse bir gün yer ve vakit bulursak bu konuya eğiliriz. Bunlardan bir tanesi her yıl oldukça büyük zarar ediyordu. Derken yeni bir genel müdür atandı. Bir yıl içerisinde her yıl zarar eden KİT zararı bırakın inanılmaz bir kar gösterdi. Tabii genel müdür kahraman oldu ve başarısı örnek gösterildi. Hayır! kar rakamları ne şişirilmişti ne de yalandı. Rakamlar doğruydu. Ama etkileyici kar rakamlarının nereden geldiğine bakılınca işin bir şirket başarısı olmaktan çok geçici bir bilanço temizliği olduğu anlaşılıyordu. İşletmenin depoları tıka basa elde kalmış malla doluydu. Bu mallar envantere üretildikleri yılın değerleriyle geçirilmişti. O sıralar ülkede enflasyon had safhalarda. Yılda %50 seviyesinde enflasyon var. Yani bir yıl önce envantere 10 liraya kaydettiğiniz kumaşın bu yıl zamsız değeri 15 lira. Bu malı 12 liraya satarsınız bir de elinizi öperler. İki sene önceki mal envantere 7 liradan girmiş. Uzun lafın kısası işletme depolarını boşalttı. Satışlar amansız karlı. Bilmem kaç senenin envanteri böyle satılıp sıfırlanınca inanılmaz bir kar elde edildi. Sonuçta işletmenin enflasyon karşısında değeri kalmayan envanteri sıfırlandı. Satışlar güncel fiyatlarla deftere girdi ve bilançoyla kar-zarar cetvelinin yüzü ışıldadı. 

Bir başka örnek vereyim. Bir işletmenin işi çok kötü gidiyordu. Yatırımcısı da bıkmış. İşi satıp kurtulmak istiyordu. Ama bilanço ve kar zarar cetveli muhtemel alıcılar için hiç cazip değildi. İşletmenin yatırımcısına olan yüklü bir miktar para hariç başka borcu yok. Oldukça değerli bir sabit sermaye parkı var. Yeni yönetim parası tamamen ödenmiş eski sabit sermayeyi satıyor. Yerine kiralık araçlar koyuyor. Sabit sermaye satışından elde edilen paranın bir kısmı yatırımcıya alacağına karşı veriliyor, bir kısmı parasızlık çeken işletmenin cari harcamalarına sarf edilerek gün kurtarılıyor. Tabloların görünümde gösterdiği durum şimdi daha parlak. Ancak eskiden şirketin satılacak sabit sermayesi ve başarılı olmayan bir işi vardı. Şimdi satılabilecek tek şey şirketin işi. Eğer işletme bu işte gene zarar ederse, yani kiralık sabit sermaye ile işletme işinde hala başarılı olamazsa yatırımcıya satacak bir şey kalmıyor. Ne kurtardıysa o. Bu yöntemi meşhur guru!! Porter’in monitör gurubu danışmanlığını yaptığı işletmelerde denemiş ve sonunda hem müşterileriyle mahkemelik olmuş hem de batmıştı. Bu Monitör’ün maceralarını bir ara tartışırız. 

Sağlıcakla kalın.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019