Avrupa Birliği'nde krizin yükü

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

ABD'deki başkanlık seçimleri sonrası dünya yeniden asıl gündemine geri döndü. Özellikle Avrupalılar işsizlik, borç sorunu ve istikrar programları ile boğuşmaya soluksuz devam ediyor. Nitekim alınan istikrar önlemleri nedeni ile iyice canı yanan İtalyalılar, Portekizliler, İspanyalılar ve Yunanlılara bu hafta yine sokaklara çıktılar, alınan kararları protesto ettiler, hükümetlerini bu kararlardan vazgeçmeye çağırdılar. Bu dört ülkenin dışında on iki ülkede de gösterilere destek yürüyüşleri yapıldı.

Bir ülkede yaşanan siyasal, ekonomik sorunları iki şekilde çözebilirsiniz. İlki çözümü toplumsal bir anlaşma ile üretirsiniz. İkincisi ise çözümü siz üretirsiniz, toplumun buna uymasını beklersiniz. Avrupa'nın sorunlu ülkeleri hükümetleri  AB ve IMF'nin de bastırması ile ikinci yolu tercih ettiler. Dolayısıyla bu ülkelerde yaşanan ekonomik sorunları çözüm yöntemleri konusunda geniş halk kitlelerinin onayı alınmadan uygulamaya konuldu.

Bunu neye göre söylüyorsunuz, İspanya ve Yunanistan'da  seçimler yeni yapıldı, iktidarlar değişti, diyebilirsiniz. Evet, bu doğru bir karşı çıkış. Fakat benim de cevabım hazır. Bu hükümetler kıl payı  oy farkları ile iktidarlara geldiler. Hatta daha ileri gidiyorum, daha yüksek oy farkları ile de iktidara gelebilirlerdi. Eğer geriye kalan kitleyi, keskin bir şekilde ayrıştırsanız, yine toplumsal uzlaşma sağlanmamış demektir.
AB'nin sorunlu ülkelere ilişkin çözüm paketinde halkı yok sayması AB'nin genel tavrına da aykırı. Çünkü AB azınlıkların düşüncesine, sivil düşünceye önem veren bir yapı üzerine kurulmuş bir birlik. AB'nin bu yapıya karşı durmasının ardında IMF üzerinden finans kuruluşlarının baskısı yatıyor. Finans kuruluşları verdikleri borcu geri istiyorlar. Ülke hükümetlerinin de bu borcu ödeyecek parası yok, zaten bütçeleri açık veriyor. Finans kuruluşları bu durum karşısında ülkelere vergileri artırın, ücretleri düşürün, faiz dışı bütçe fazlası verin bizim borçları ödeyin diyorlar. Bunu yapmaz iseniz borç vermeyiz, ülkelerinizin varlıklarına el koyarız tavrı içindeler. Bu zorlamaya hem AB'nin kurumsal yapısı, hem de ulusal hükümetler evet demiş durumdalar. Ülke hükümetlerinin ekonomi kurmayları başka bir alternatif de bulamıyorlar. Daha doğrusu yeni bir çözüm üretmeye yönelik olarak model üretemiyorlar. Kafaları Neo klasik iktisat politikalarının ağları ile örülmüş durumda.

Başka bir çözüm var mı? Evet var. Bunu dile getiren iktisatçılar da var. Elbette modelleri de farklı. Söylenen, söylediğimiz, Keynesyen modelin devreye girmesi. Yani talep yönlü politikalar.  Basit olarak model şöyle işleyecek; ülkelerin talebi kısmak yerine istihdam ve talebi artırıcı politikalar uygulaması. Bunun neticesinde GSYH artacak, artan gelir ile ülkelerin bütçe gelirleri de artacak, böylece hükümetler borçları ödeyecek kaynağa erişmiş olacaklar. Bankalar bu çözüme kısmen yanaştılar. Borçları bir ölçüde ertelediler. Fakat talebi kısmaya yönelik taleplerinden vazgeçmediler. IMF de onlara uydu ve dayattıkça dayattılar, tasarruf yapın, borçlarınızı ödeyin diye.

IMF ve bankaların bu davranış biçimi bir taraftan çözümü geciktiriyor, bir taraftan da ülkelerin daha büyük sosyal maliyetlere katlanmasına neden oluyor. Borçları bu şekilde tahsil yöntemi yeni sorunlar doğurabilir. Keynes'in I. Dünya Savaşı sonrası müttefik devletlerin 28 haziran 1919'da imzalanan Versailles Barış Antlaşması'na getirdiği eleştiriler bir kere daha okunursa,  şu anda girilen yolun doğru bir yol olmadığı anlaşılır.  

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019