Bize bir deli lazım…
Geçenlerde bu sayfalarda Tamer Hocam bahsetmişti, çocukların sınırsız hayal güçlerinden. Hepimizin çocukluğunda inanılmaz bir hayal gücüne sahip olduğumuzu, zaman içinde bunun “normale” dönüştüğünü biliyoruz. Normal ne demek tartışılabilir ama çok kabaca genele uygun davranmak bizim normal kabul edilmemize yetiyor diyebiliriz. Büyümeye başladığımızda anne babalarımızın “sürüden ayrılanı kurt kapar” diyerek, hafif yollu tehdit içeren sözleri bizi normale dönüştürme yolundaki en önemli adımlardan biridir. Çevrenin, ailenin, eğitimin önemini hiç azımsamamak lazım. Nature’da yayımlanan bir makaleye göre insan zekasının yüzde 48’i genlerden etkilenirken geri kalan yüzde 52 bahsettiğimiz çevresel faktörlerle belirleniyor. Yani normalleşmemizde içinde büyüdüğümüz çevrenin etkisi daha fazla.
Günümüzde çoğu müşterinin ürüne ödedikleri fiyat, doğrudan maliyet tarafından belirlenmiyor artık. Fiyat ile maliyet arasındaki marjı belirleyen faktör ürüne kattığınız farklılık, yenilik. Ürüne farklılık, yenilik katabilmek ise olaylara farklı bakabilmek ile olanaklı. İşte bu yüzden iş hayatında bizim normal çalışmayan kafalara ihtiyacımız var. Başka bir şekilde söylersek, ihtiyacımız olan, olaylara diğerlerinden farklı bakabilen insanlardır. İç girişimcileri, işleri diğerlerinden daha iyi değil daha farklı yapabilen kişilerdir diye tanımlamak bu ihtiyacın güzel bir göstergesidir.
Sorun nasıl farklı bakabilen insanlar olacağımız konusunda ortaya çıkıyor. Dünya tarihinde, birçokları tarafından gelmiş geçmiş en zeki insan diye belirlenen Leonardo da Vinci, tam da bahsettiğimiz gibi, farklı biri. Her ne kadar, yeniliğin etki yaratan farklı uygulamalar olduğunu, yaratıcılık ve icadı yenilikten ayırmak gerektiğini, bu nedenle da Vinci’nin bir yenilikçi değil, mucit olduğunu söyleyenler varsa da, dünyaya farklı bakmak konusunda hakkını yememek lazım. Herkesin bir da Vinci olabileceğini iddia eden Michael Gelb, “How to Think Like Leonardo da Vinci” (Leonardo da Vinci Gibi Nasıl Düşünülür) adlı kitabında, ilk adımın merak olduğunu belirtiyor. Merak, çocuklukta hepimizin sahip olduğu, sonradan körelen bir duygu. Belki de körelmiyor ama alan değiştiriyor.
Yeniliğin başlangıç noktasını bu yeni fikirler oluşturuyor. Dolayısıyla, çalışanların körelen veya alan değiştiren merak duygularını, tekrar canlandırıp iş hayatına çevirebilirsek, yenilikçilik konusunda önemli bir adım atmış olacağız. Bu merak duygusu geliştikçe, çalışanlar işlerini nasıl daha iyi yapabileceklerini değil, nasıl daha farklı işler yapabileceklerini bulmaya çalışacaklardır.
İşini daha iyi yapmak, daha verimli ve etkin çalışmak, bir şirkete içinde yer aldığı pazardaki payını artırma konusunda yardımcı olacaktır. İşini daha iyi yapmak için değil, daha faklı işler yapmak için çalışanlar ise kendi kurallarını koydukları yeni pazarlar yaratacaklardır. Bu şirketler, geleceği tahmin etmeye çalışan değil, geleceği yönlendiren yani yıldız şirketler olacaktır.
Önceden de söylediğim gibi hepimizin içinde bu işin başlangıcını sağlayacak merak var. Belki bastırılmış, belki körelmiş merak duygularımızı tekrar hareketlendirecek şey ise çalışma ortamımız. Bu nedenle, yenilikçi olmak isteyen, pazardakileri takip eden değil, kendi pazarını oluşturmak isteyen şirketlerin ilk yapması gereken bu merakı körükleyecek bir çalışma ortamı yaratmak olmalı.