“Futbolda para büyürken şiddet de büyüdü”

Emre ALKİN
Emre ALKİN PAYLAŞMASAK OLMAZDI emre.alkin@dunya.com

Bu hafta konuğumuz Türkiye’de “futbol” deyince herkesin aklına gelebilecek kıymetli isimlerden biri. Ogün Temizkanoğlu. Trabzon, Fenerbahçe, Milli Takım oyunculuğundan sonra teknik direktörlük ve yorumculuk kariyeri devam ediyor.  “Hangisi daha eğlenceli” diye sordum. Tertemiz bir gülümsemeyle baktı bana. Sonra da anlatmaya başladı. Paylaşmasak olmazdı.

ogun.jpg

* Türk futbolunun “kahramanlarından” biri olarak, size göre futbolun hangi tarafında durmak daha eğlenceli?

İltifatınıza teşekkür ederim. Daha “eğlenceli” demeyelim ama daha basit olanı yorumculuk tabii. Zahmetsiz bir iş. Meslakdaşların hatalarını kollamak haricinde tabii. Ben böyle yapmıyorum. Yanlışları söylüyorum elbette ama üslubum farklı. Teknik direktörlük yapmak da son derece şerefli ve haslet isteyen bir iş. Futbolculuğu da tattım.

Şimdilik yorumculuğa daha fazla ağırlık verdim. Bunda Futbol Sektörünün içinde bulunduğu şartlar ve anlayışlar etkili oldu diyebilirim. Futbol toparlanana kadar belli bir mesafeden takip edeceğim.

* Sahada oynayan ile kenardan yönetenin bakış açıları çok mu farklı?

Hem de çok. Bir gol atılınca oyuncuların keyfine şahitlik ediyoruz. Ancak teknik ekibin sevincininin bazen futbolculardan bile fazla olabileceğini pek bilen yoktur. Ayrıntılı bir çalışmanın sonucunda tüm işi sahadakileri bırakmak kolay değil. Günlerce çalıştıktan sonra iş 90 dakikaya kalıyor ve tüm sorumluluk da teknik ekipte oluyor.

Ama “ekip” dediğimizde benim aklıma gelen yardımcılardan çok sahada top oynayanlar. Çünkü teknik direktör onlarla ekip olamamışsa başarı sağlanamaz. Teknik Direktörün maça katkısı en fazla yüzde 15-20 civarındadır. 

* Sir Alex Ferguson antremanlar sırasında sahanın içinden değil tribünden seyrediyormuş hep. Türkiye’de mümkün mü?

Türkiye’de kolay değil bu. Ben de isterdim bunu yapabilmek. Doğrusu bu aslında. Ancak Türkiye’de futbolcu sadece teknik direktörü dinliyor. Ferguson gibi yapsak, kulüp yöneticileri “bizim hoca antremanlarda oturuyor” diye eleştirmeye başlıyor vs. Özetle, Türkiye’de bir işin doğrusunu yapmak kolay değil. 

“İlk transferim bir çift krampondu”

* Türkiye’de bir çocuğun futbolcu olmasına pek sıcak bakılmadığı zamanlarda siz nasıl başardınız futbolcu olmayı?

Çünkü Almanya’da büyüdüm ben. Futbola orada başladım. Rahmetli babama, ailede futbolu meslek edinmiş kimse olmamasına rağmen “okula yazdır ama futbola da yazdır” dedim. Kırmadı beni. Böylece Almanya’da futbol hayatım başladı. İlk transferimde para almadım. Bir çift Adidas krampona gittim. Şaka değil. Hala unutamam. Futbola aşık bir çocuk için başka şeye gerek yok zaten. Bir an önce onları giyip sahaya çıkmak istedim. Sonraları 1984’de Trabzon’a dönüş yaptık. Trabzonspor’un seçmelerine katıldım. Kazandım ve Trabzonspor’daki hayatıma da böyle başladım.

Şunu söylemeliyim: Almanya’da devam ediyor olsaydım belki de ben de Mesut Özil gibi bir tercih kullanabilirdim.

Vatan sevgimi kimse sorgulayamaz. Ancak oradaki hocaların bize verdiği emekleri de kimse yadsıyamaz. 

* İyi ki Türk Milli Takımını seçmişsiniz. Yoksa 1996’daki İsveç-Türkiye eleme maçındaki gururu yaşamayacaktık. 

O maçı unutmak mümkün mü? Türkiye’nin yüzünü güldürmüştük o maçta. Ancak eğitimin ve emeğin ne kadar kıymetli olduğunu da Almanya’da gördüm. Hem de küçük yaşta. Dolayısıyla ilerleyen zamanlarda para kazandığımızda kendimizi bozmadan yola devam ettik. 1984’te “bir dakika bile olsa A Takım’da oynayacağım” diye hedef koymuştum. O dakika 1989-1990 sezonunda geldi. Sonra o “ilk  dakika” uzadı, Fatih Hoca ve Milli Takım serüveniyle devam etti. 

“Seyirci baskıyı rakip takıma koysa her maç galibiyet olur”

* Trabzon tam bir futbol şehri değil mi?

Futbola aşık bir şehir. Tek handikapı şu: Herkes futbolu biliyor. Bizim zamanımızda seyircinin üzerimizdeki baskısı rakibe yönlenmiş olsa bırakın maç kaybetmeyi, berabere bile kalmazdık. Türk Futbol Seyircisinin kendi kulübünün futbolcusuna hissettirdiği baskı, bazı maçlarda beklenmedik şekilde puan kaybettirmesine yol açabiliyor. Tabii şiddet de var. Biz de talihsiz bir olay yaşadık hatırlarsanız. Başkaları da yaşadı. Türk Futbolu, İngiltere, Almanya veya İspanya’da olduğu gibi değil, giderek artan bir şiddetle yoluna devam ediyor. Bunun sebebi sevgi ve nefret gibi iki uçta dolaşmamız.

* Sizin zamanınızda bugünkü kadar şiddet yoktu desem?

Haklısınız. Bizim zamanımızda deplasmana rakip takım taraftarı gelirdi. Polisler bir ince hat oluşturur, esprili atışmalar olurdu. Maç sona erer, herkes de evine giderdi. Para büyüdükçe şiddet de büyüdü futbolda. Hele ki son 5 yıla baktığımızda pasta büyüdükçe buradan pay almak isteyen insan sayısı arttı. Amigolara verilen bedava biletler, karaborsa oluşturmalar vs zirve yaptı. Passolig ya da e-bilet’e karşı çıkılması da büyük ölçüde bu sebeple. Statlar dolmuyor ama bunun sebebi bedava bilet verilememesi. Bu kadar basit.  Zamanında önlem alınmadığı için bugün şiddete karşı uygulanan yöntemler sert oldu tabiatıyla. Ancak olan futbola oldu.

“Kriz futbola teğet bile geçmiyor Türkiye’de”

* Dernek yapısıyla yürür mü futbol? Şirketleşme mi gerekiyor?

Artık kulüplerin şirketleşmesi şart. Dernek yapısıyla bu iş yürümez. “Bol yetki az sorumluluk” anlayışıyla futbol yönetilemez. Hesap verebilirlik artık dünyanın en önemli konusu. Futbolu bundan dışarda tutamayız. Türkiye’de futbol ekonomik olarak krizde ama ödenen paralara bakınca, “Türkiye’de kriz futbola teğet bile geçmez” de diyebiliriz. Oyuncular euro bazında para alır, TL ancak Anadolu’da geçer. 

* Yorumculukta ekmek var mı?

Şöyle cevap vereyim: Sadece futbolun konuşulduğu programlar ile futboldan başka  herşeyin konuşulduğu programlar var. Vatandaşın tercihi belli. Dolayısıyla en çok kazananlar ikinci bölümdekiler oluyor. Yurtdışında bu kadar uzun futbol programı olmaz. Türkiye’de saatlerce süren programların bir şekilde ratingi olsun diye siyasetten restorancılığa kadar herşey konuşuluyor. Kavgalı gürültülü programlar şiddete eğilimli atmosferi besliyor. RTÜK bu işe el atmıyorsa, bu da analiz edilmeli. 

* Türkiye’ye en çabuk uyum sağlayan yabancılar kimler?

Herkes Brezilyalılar ya da Arjantinliler der ama bana göre Gürcü, Rus, Ukraynalı, Balkanlardan veya eski Yugoslavya civarından gelenler en çabuk uyum sağlayanlar. Disiplin ve istikrar açısından gizli kahramanlar onlar. Profesyonel şekilde yaklaşıp yaşamlarına dikkat edenler de onlar. İstatistiklere bakınca rahatça anlaşılır bu gerçek.

* Gelmiş geçmiş en iyi yabancı kim?

Tartışmasız Hagi. Ardından da Şota. Tabii Şota ile beraber oynadım.  Çok müstesna oyuncuydu.

* En iyi teknik direktörler hangi ülkeden?

En kötüleri İtalya’dan geliyor. Bu kadar söyleyip bırakayım. 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar