Gelişen ekonomilerin krizleri

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN aleventalkan@gmail.com


 

Yeniliyoruz: Bilim, teknoloji ya da eğitim alanlarında hiçbir iddiamız olmasa da; modayı takip konusunda üstümüze toz kondurmuyoruz. Oysa kişi başına düşen gelir düzeyimize aldırmayan milli tasarruf oranımız, yüzde 10'un altındaki seyrine devam ediyor. Analitik yaşam anlayışımızı hızla körelttik. Bir zamanların fıstıki yeşili, yerini önce çimen yeşili bırakmıştı. Şimdiyse türbe yeşiline. iPhone 5; Nokia, Blackburry, i Phone 4'ün bu pabucunu o kadar hızlı dama atıyor ki; tüketici, pazar payı kavgası, ürün yaşam döngüsü içindeki girdaptan çıkamıyor.
Yeniliyoruz: Rekabet yarışında Güney Kore'ye BRIC ülkelerine yenildiğimiz gibiÖ Yabancı sermayenin en çok tercih ettiği ülkelerden biri olmak bizi yanıltıyor. FED'in %0.25, ECB'nin %0.75 faizine karşın %5.75 politika faizimiz, %8.91 ikinci el bono bileşiklerimiz küresel sermaye akışını bizde topluyor.

Gelişen ülkelerin kısa vadeli borçları her krizde yüksek kırılganlık nedenidir. Son krizde de durum değişmiyor ve Türkiye'nin peşini bırakmıyor. Geçmişin krizlerinde istisnasız yinelen, gelişen ülkelere özgü dört temel karakteristiği vardır:

1) Yatırımların finansmanında gelişen ülke firmaları, bir oto finansman yöntemi olarak hisse senedini tercih edemiyorlar. Bu eksiklik yerine borçlanmayla değiştiriyor. Oysa dış kaynak kullanımı konjonktürün düşük maliyetlerinden avantajlı olabildiği gibi, koşullar tepe taklak olduğunda ekonomideki ani duruşlarının fitilini de ateşleyebiliyor.
2) Gelişen ülkelerde sermaye piyasalarının derinleşmemiş olması; kaynak maliyetlerini, risk primlerini, ve borçlanma maliyetlerini yükseltiyor. Ancak 2007 Ağustos'unda başlayan küresel sistemik krizle, iç talebinin canlanmasına büyük gereksinim duyan Çin ve Hindistan, dünyanın daralan dış ticaret pazarındaki taze kanı temsil ediyor.
3) Kısa vadeli borçlardaki hızlı artış, ekonomideki tüm dengelerin üstünde artış sergiliyor.
4) Kısa vadeli borçlarla uzun vadeli yatırımlar finanse ediliyor. Böylece, vade uyumsuzluğu büyümeyle birlikte gelecek nesillere sorun olarak taşınıyor.
2000 1'inci çeyreği ile 2012'nin 1'inci çeyreği arasındaki 49 çeyrek dönemin birikimli yıllık ortalama büyüme (CAGR) karşılaştırması; kısa vadeli borçların, uzunlarına kıyasla çok daha kararlı ve hızlı artış sergilediğini ortaya koyuyor. Bu dönemde kısa vadeli borçlar %2.78 yıllık birikimli artışla, %2.19 uzun vadeli borçlardan %27 daha fazla bir artış anlamına geliyor. Toplam özel sektör borç artışı yıllık birikimli %3.33, %2.34 ulusal brüt dış borç stoku artışıyla, %42.35 daha hızlı bir büyümeyi ifade ediyor.

Özel sektörün vade uyumsuz yatırımlarına alternatif çözüm sermaye piyasalarını derinleştirebilmek ve firmalara düşük risk primiyle borçlanabilme ortamını sağlamaktır. Tüm İMKB hisseleri 2000'nin 3'üncü çeyreği başlangıcında sadece %22 halka açıklık oranına sahipti. Piyasanın toplam halka açıklık oranı, uzunca bir süre 30 ile 35 arasında stabil kaldı. 2009 3'üncü çeyrek krizinin ardından gelen ilk yılda, İMKB halka açıklık oranı %40'ın üzerindeydi. Zira bu dönemin kriz önlemleri arasında sermaye piyasalarının gelişmesi de yer alıyordu. 49 çeyrek dönemin ortalaması %29 halka açıklığı ifade etse de, 2012'nin 1'inci çeyreği dönemi %20-25 ile ortalamanın çok altında. 49 dönem öncesinin (2000 1'inci çeyrek döneminin) %22 ortalamalarına geri dönülüyor. Yenilediğimiz her şeyle; savurganlık ekonomimizin vurdumduymaz tavrını destekliyor ve rakiplerimiz karşısında biraz daha geriliyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar