Hoş geldin devlet kapitalizmi

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Kapitalizm bir sistemdir. Bana göre en önemli özelliği de, sözleşme özgürlüğüdür. Bunu söylerken kapital sahibinin işi ile ilgili yaptığı sözleşmesinden, mülkiyet sözleşmesine, işçinin yaptığı çalışma sözleşmesine kadar olan, tüm sözleşmeleri kastediyorum.

Sözleşme özgürlüğü kapitalizmi ne kadar vahşi yaptı? Bu sorunun yanıtı çok tartışma götürür. Ancak vahşileştiği düşünüldüğünden dolayı, özellikle sistem bunalıma girdiğinde, kurallar getirildi, devletin piyasaya  müdahalesi arttı.

Kapitalist sistemin vazgeçilmezi olan serbest fiyat mekanizmasına müdahale 1800 yılların ikinci yarısından itibaren yapılıyor olsa da, asıl müdahale çoğumuzun aşina olduğu 1929 krizi sonrası geldi. 1929 krizinin yarattığı eksik istihdam sorununu çözmeye yönelik iktisat politikalarına, (en azından ABD için bütünlük gösterdiğinden) bu politikaların fikir babası Keynes'in adı verildi:"Keynes Devrimi".

Keynesyen politikaların özü; kapitalizmi regüle etmek, işleyişindeki aksaklıkları kamu müdahalesi ile düzeltmekti. Keynesyen politikalar bir çok ülkede devlet kapitalizmi şeklinde uygulandı. Örneğin Türkiye'de devlet, kapitalist sınıfın (henüz yeterli kapital sahibi olmayan sınıfın) sermaye birikimine öncülük etti, yani devlet, bu sınıfın destekçisi oldu.

Ancak 1970'li yılların başında, bu politikalarda dünyada çözülünce hadi başa dönelim, kamu müdahalesi azalsın dendi. Tercihin bu yönde olmasının nedeni siyasetçilerin iktisat politikalarını yürütürken, piyasalara yönelik kararlarında siyasal tercihlerini öne çıkartmaları ve bunların yarattığı makro dengesizlikler oldu. Hocam bu cümleyi daha basit yazın diyorsanız, cümlenin basit hali: "Bu iş ahbap çavuş işine döndü, engeller koymalıyız, yoksa sistem kendi kendini yok ediyor" dendi.

Nasıl engel oluruz sorusunun yanıtını müdahalelerin belli kuralları olsun, ancak bu kuralları da bağımsız, özerk kurumlar koysun dediler. Sonuçta özellikle AB'de, 1980'lı yıllardan sonra ABD'de olduğu gibi bu kurulların sayıları arttı. Bizde de 1984'de "Sermaye Piyasası Kurulu"  devreye girdi. Sonra bu kurumların/kurulların sayıları arttı.

2008'de dünyada sistem krize girdiğinde, bu kurullar suçlandı. Özellikle de finansal sistemi denetleyen kurullar bundan epeyce paylarını aldılar. Buna rağmen bu ülkelerde bağımsız kurullara yapılanmasına dokunmadılar.

Türkiye burada yine öne çıktı ve Ağustos ayında bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kurullar/kurumlar Bakanlıklara bağlandı. Böylece tabelalarında kurum, kurul gibi ifadeler kalsa da, artık birer genel müdürlük oldular.

Türkiye'de bunlar olurken, AB ve ABD'de devlet müdahalesi aldı başını gidiyor. Merkez Bankaları Madonna posteri basar gibi para basar hale geldi, banka ve şirket kurtarmaları yapıldı. Kamu borçları, özel finans kurumlarının borçları, merkez bankaları tarafından satın alındı/alınıyor. Bu tür paketler açıldığında, sermayenin tabanı yayılması görevi olduğu söylenen ve kapitalizmin kaleleri olarak görülen Borsalar coşuyor,  adeta daha çok devlet müdahale etsin de bizde rahatlayalım hevesindeler.

Doğrusu ABD'li, Nobel'li anlı şanlı iktisatçılar ne oluyor, bu kapitalizm değil, bizim teoriler ile (artık teorileri çöp) uyumlu değil demediler.

Kapitalizm değişiyor, açıkça ifade edilmese de, yeniden devlet kapitalizmi yerleşiyor. Devlet kapitalizminin de, kimi sermayedar yapacağı, kimi sermayesizleştireceği belli olmaz. Bu işin etiği yok.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019