İHKİB, NRW.INVEST Turkey ve DÜNYA gazetesi toplantısı

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

BİAR’da başlayan, Nezih Demirkent’in kararalılığıyla DÜNYA gazetesi misyonuna dönüşen saha gözlemleri, hemen hemen her hafta ülkenin bir yerine konmak gibi hoş ve öğretici bir deneyimi yaşamamızın vesilesi oldu. Konduğumuz yerlerden biri de Tarsus’tu. Kadim dostumuz Faruk Yalnız ev sahipliğimizi yapıyordu. Toplantıda Kaymakam Ali Bey, “Bana gelip, ‘Emret kaymakam bey’ diyen sivil toplum örgüt yöneticilerini hoş karşılamıyorum. STK’ların bir programları, söylecekleri sözü vardır; valinin ve kaymakamın emrine, sağlayacağı desteklere bağımlı olan örgütlenmeler sivil inisiyatif değildir!” demişti.

Tarsus toplantısından sonra köprülerin altından çok sular aktı. Yüzlerce STK toplantısına katıldık. Yurtiçinde ve yurtdışında mesleki örgütlerin çalışmalarına tanıklık ettik. Yüreğimizdeki boşluk hâlâ dolmadı; doldurulamadı. Bizde STK’ların kolektif kaynaklardan bağımsızlaşmasını olması gereken yere taşıyamadık.

Bir ölçü isteniyorsa söylemeliyim: Kendi üyelerinin aylıklarıyla ayakta duramayan, kendi aralarındaki iletişimle entelektüel zenginliğini sürdüremeyen, kolektif kaynaklara şu ya da bu nedenle bağımlı kalan sivil insiyatifler eksiklidir; paylaşımcı kurumların kalkınma sürecinde yaptıkları olağanüstü katkılar yapabilme güçleri yoktur.

Toplantıların toplumsallaştırılması

Kasım ayının ilk haftasında, bu yazının başlığında yer alan kuruluşların ortak toplantısına katıldım. Talip Aktaş, Hikmet Tanrıverdi, Raoul Frings, Dr. Adem Akkaya, Cevdet Kocaş, Kemal Şahin, Dilek Aydın Ekincioğlu ve Haldun Boz’un değerlendirme yaptıkları toplantıdan çıkardığım sonuçlar özetleyeceğim. Sivil toplum örgütlerinde yükseldiğini sezdiğim olumlu gelişmeden sizleri de haberdar etmek istiyorum.

Toplantıda benim anladığım kadarıyla şu düşünceler öne çıktı:

1- Küreselleşen dünyada, farklı kültürleri anlayan ve kucaklayan insanlar geleceği güven altına alacaktır.

2- İnsanları kim olduklarına göre değerlendirme yerine, ne yaptıklarına bakan bir anlayışı topluma egemen kılmalıyız.

3- Bugün bizi sağlıklı sonuçlara götürecek olan tutum, “Kendimizi bilme ve ötekini anlama” olmalıdır.

4- Çok odaklı ve çok kültürlü anlayışı benimseyen ve kapsayıcı anlayışı egemen kılanlar geleceğini güvene alacaktır.

5- Özellikle Almanya’da ve Batı’nın başka ülkelerinde oralarda iyi okumuş, her iki kültürü iyice özümsemiş insan kaynaklarımızı etkin biçimde değerlendirmeliyiz.

6- Geleceği yönetmenin önemli araçlarından biri de “trendleri iyi izlemektir”. Hızlı moda markalarının piyasalardaki etkilerini gözlemeli ve bilmeliyiz.

7- Piyasada “müşterilere rakip olmama” konusunun önem taşıdığını bilmeli ve sorgulamalıyız.

8- Uluslararası koşullar “marka satın almayı” uygun hale getiriyor; marka konusunda ulusal bir strateji tasarlamalıyız.

9- Siyaset dili ve siyaset uygulamalarının stratejik, taktik ve operasyonel bütünlüğü önemli. Büyük satın alma yapan kuruluşların mensuplarının ülkemize gelmesine ambargo koymasına neden olan koşullar değişmeli. Siyaseti meydanlarda değil, kendi zeminlerinde sürdürmeliyiz.

10- Dijital dönüşüm bir mode değil, hızla üretim hizmetlerini etkileyen bir gelişme. Bu dönüşümü tam zamamında yakalama hepimizin ortak sorumluluğu.

11- Teşvik sistemlerimizi “ Ucuz emek-odakalı” olmaktan çıkarıp, “rekabet-odaklı” hale getirmeliyiz.

12- İşletme ölçeklerini erişebilirliklerini artıracak ve uluslararası piyasalara uyacak şekilde yönlendirmeliyiz.

13- Kuzey Afrika ve benzeri ülkelerin “rakip oluşturma potansiyelini” en başta tekstil ve hazır giyim sektöründe dikkate almalıyız.

14- Komşularla ticaretin önemini dikkate alan bütünsel politikaları öne çıkarmalı, aksamaları bir an önce onarmalıyız.

15- Fuarların etkin ve verimli araçlar olması için yeniden ele almalı, kendi koşullarımıza göre yeniden değerlendirmeliyiz.

İyiye işaret

Toplantıda “iyiye işaret” olarak algıladığımız bir gözlemi paylaşalım: İnsanlar sıkıntı yaratan tutumları eleştireye dönük daha net tutum sergiliyor. Yunus Emre’nin “Sözünü bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz/ Sözü pişirip diyeninin işini sağ ade bir söz” ilkesi giderek anlam buluyor. Ölçülü, tartılı, demlenmiş söz söyleme yaygınlaşıyor. Akla gelen söz hemen ağızdan fırlatılmıyor. İnsanlar sözün ağızdan çıkana kadar kendi esirleri olduğunu, çıktıktan sonra ise kendilerini esir edeceğini dikkate alıyor; kulakları sağır edecek suskunluğun, korkunun esiri olmanın tuzaklarına düşmüyor; korku üzerine gidiş güçleniyor.

Kendi programlarını, ortak yararlarını ve dolaylı olarak ülke yararını gözeten söylemlerin bireyler ve STK yöneticilerinin diline yansıması önemli… Söylemlerdeki nitelik değişmesini desteklemeli ve yürüklendirmeliyiz. Kolektif kaynaklardan bağımsızlaşan sivil inisiyatiflere olan ihtiyacın farkına varmalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar