İş dünyasının “Türkiye hikayesi” var mı?

Osman ULAGAY
Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

Türkiye’de büyük sanayiinin kurucu kuşağını oluşturan efsanevi isimler, dünyanın yeni bir döneme girmekte olduğu 1980’lerin son yıllarında nöbeti kendilerinden sonra gelen kuşağa devretmeye başladı. Bu nöbet değişimi 1971 yılında kentli büyük sermayenin sözcüsü olarak kurulan TÜSİAD yönetimine de yansıdı, 1986’da görev yapan Sakıp Sabancı’dan sonra 1987-88’de Ömer Dinçkök, 1989-90’da Cem Boyner ve 1991-92’de Bülent Eczacıbaşı TÜSİAD Başkanı olarak görev yaptı. Kurucu kuşaktan Nejat Eczacıbaşı’nın oğlu olan Bülent Eczacıbaşı, yeni yayınlanan İşim gücüm budur benim başlığını taşıyan kitabında şöyle anlatıyor o dönemi:

“Bu dönem, iş dünyamızda kurucu kuşağın sahneden çekilmeye başladığı yıllara rastlar. Özel kesimimizin birçok kuruluşunda nöbet devri gerçekleşiyor, ikinci kuşak bayrağı devralıyordu. İş dünyamızın yeni sözcülerine göre, Türkiye’nin yapması gereken reformlar ekonominin sınırlarını çok aşıyordu. Ülkemizin her şeyden önce hukukun üstünlüğüne dayanan bir siyasi sisteme ve daha fazla demokrasiye ihtiyacı vardı. Bu görüşleri siyaset alanına taşımak amacıyla TÜSİAD eski başkanı Cem Boyner’in liderliğinde kurulan Yeni Demokrasi Hareketi, ülke çapında büyük bir heyecan ve umut yaratarak 1995 genel seçimlerine katılmış ancak beklediği sonucu alamayarak siyaset sahnesinden çekilmişti.”

Bülent Eczacıbaşı’nın anlattığına göre, TÜSİAD’ın 1997 yılında yayınladığı Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri raporu da TÜSİAD bünyesinde bile tartışmalara neden olmuş ve aynı yıl Türkiye’de “28 Şubat süreci” başlamıştı. Bülent Bey’in yazdıkları, TÜSİAD’ın genç kuşağının estirmek istediği değişim rüzgarının aradığı desteği bulamadığını ve onların yazmak istediği “Türkiye hikayesi”nin bir özlem olarak kaldığını düşündürüyor.

Özlenen “Türkiye hikayesi”

Bülent Eczacıbaşı’nın kitabında yazdıkları ve Hürriyet Pazar’da Çınar Oskay’a söyledikleri, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğinin ipuçlarını veriyor. İş dünyasında Batı değerlerine bağlı yeni kuşağın özlediği “Türkiye hikayesi”nin, yaygın toplumsal destek sağlayacak şekilde formüle edilemediğini, buna karşılık İslam referansını kullanan siyasi akımların toplumsal destek sağlamada çok daha başarılı olduğunu ve dünyadaki değişimle uyumlu Türkiye hikayeleri yazabildiğini düşünen Bülent Bey Oskay’a şöyle anlatıyor bu süreci:

“Bir zamanlar Türkiye’nin hikayesi, ‘hür dünyanın ve NATO’nun Doğu’daki kalesi olmak’tı. Özal’lı yıllarda ‘küreselleşmenin parçası, dinamik liberal Türkiye’ hikayesi geçerliydi. Üçüncü hikaye AK Parti’nin iktidara gelmesiyle ortaya çıktı. Demokratik reformlar yapan, bir Muslüman toplumda demokrasinin gelişebileceğini, AB’ye katılım sürecinin başlayabileceğini kanıtlayan, bir yandan da hızlı büyümeye devam eden Türkiye son derece ilginç bir hikaye ortaya koydu. Şimdi hikayesiz kaldık derken bunu anlatmaya çalışıyorum.”

Anahtarı doğru yerde aramak

Batı’nın kriterlerini en iyi özümsemiş iş insanlarımızdan biri olan Bülent Bey’in yazdıkları ve söyledikleri aslında bir çaresizliğin itirafı gibi geldi bana. Onun da ifade ettiği gibi, 1980’lerde Turgut Özal’ın ve 2000’lerde Recep Tayyip Erdoğan’ın vizyonu ve dünya görüşü yön verdi Türkiye’ye. Birçok bakımdan Özal ve Erdoğan’dan farklı düşünen Eczacıbaşı ve onun temsil ettiği, iş dünyasının yeni kuşağı ise alternatif bir vizyon ortaya koyup savunamadı. 1990’lı yıllar heba edildi.

Bugünlere böyle gelindi. Şimdi gelinen noktada da “Türkiye’nin hikayesi yok” demek de doğru değil bence. Başkanlık sistemiyle tanımlanmış, kurumsal yapısı oluşturulmuş, ideolojik temelleri de olan bir hikayesi var Türkiye’nin. Türkiye’nin bu hikaye ile kendi özlediği ülke haline gelemeyeceğini görmesi Bülent beyi tedirgin ediyor şimdi ve bir alternatif arayışını gündeme getiriyor.

Nasrettin Hoca evinin bahçesinde kaybettiği anahtarı sokaktaki lambanın altında arıyormuş, neden böyle yaptığını soranlara da “burası aydınlık da ondan burada arıyorum” diyormuş. Kitabında bu hikayeyi anlatan Eczacıbaşı, şu önemli soruları sormadan edemiyor:

“Düşünüyorum, acaba anahtarı yanlış yerde arayan asıl bizler miydik? Türkiye’nin tüm sorunlarının kökeninde toplumsal fay hatlarının yattığı gerçeğini artık açıkça görüyoruz. Türkiye’nin sorunlarına doğru teşhisler koyabilmiş miydik? Tabuların etkisinde kalmadan gerçekçi çözümler geliştirebilmiş miydik?”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar