Nasıl bir Avrupa'ya doğru gidiyoruz

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN aleventalkan@gmail.com

 

 

Belki Küreselleşme sonrasının sınırsız rekabetinde üstün gelme hırsı, belki seçilememek korkusu, belki kazanımlarından iadeyi hazmedememek, belki yönetsel beceri yetersizliği, belki de ta en baştan yanlış tasarımlı bir Avrupa Parasal Birliği; yaşlı kıtayı böylesi içinden çıkılmaz bir duruma itti. Sorunlar daha ülkelerin krize olan yaklaşımlarından başlıyor: "Biz koşullarımızı ortaya koyar ve yardımı alırız. Bunun karşılığında istenen egemenlik yetkilerimize ise asla dokunulamaz, buna asla izin veremeyiz" şeklinde demeçleriyle özetlenen krizin sıcak temas hattındaki ülkeleri, yapısal sorunlarına dokunulmasından aşırı rahatsız. Avrupa'nın krizi öyle bir yara ki, sık sık pansuman istiyor; ancak ülkelerden gelen tepkiler, yaraya dokunulmasını istemez tarzda. Kulağa hep hoş gelir, milleti millet yapan duygular; ama sadece kulağa. Mantığa, usa, analitik düşünceye terstir. Bunları arka plana itmiş, vitrinine sadece duygusal tepkilerini sermiş bir Avrupa ile bu krizin içinden çıkmak zor olacağa benziyor. Peki, bu tür tepkilerin ana nedenlerini hiç düşündünüz mü?

Bakın şu 5 temel dinamik bizi bu günlere taşımıştı:

1. Bankacılık ve hükümet borçları sorunlarına batmış Avrupa'da fatura, hane halkının sorumluluğuna yüklenmek istendiğinde, doğal olarak, seçmenden sert tepkiler geliyor. Halk, 2002-2006 döneminin ısınan ekonomisinin sunduğu karlılıktan nemalandırılmamıştı. Oysa şimdi faturayı önlerinde gören vatandaş, tepkilerini bir çığ gibi büyütebiliyor.
2. Dışa bağımlı, üretimden ırak bir refah yaratılmıştı.
3. İstihdam piyasasında Almanya dışında liberale yapıya dönüşebilmiş ülke yoktu. İşgücünün katılığı, maliyetlere ve rekabet yarışına dönüşmekte gecikmemişti.
4. Görünürdeki tempoya bakıp da aldanmamak gerek; çünkü Avrupa, hiçbir zaman gerçek bir Avrupa Birliği birlikteliğini elde edememişti. 1999 ile birlikte, para politikaları Euro paydasında toplanırken,  maliye politikaları her ülkenin kendi otonomisinde bırakılmıştı.
5. Maastricht kriterleri 1 Ocak 1993'de yürürlüğe girmişti. Bunlar; ülke devlet borçları GSYIH'nın %60'ı, bütçe açığının %3'ü, 3 ülke ortalama faizinin %2 fazlası, devalue edilmemek gibi kriterlerden oluşuyordu. Bu kriterler asla takip edilmedi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişmiş ülkelerdeki büyüme, doygunluk düzeyine eriştiğinde, outsource (fason) üretim başladı. Çevre ülkelerde ucuz işçilik ve kaynak maliyeti avantajı etkinlik kazandı. Küreselleşme beraberinde "bölgesel krizler" baş gösterdi. Çözüm sürecinde güçlü bir IMF desteğini yanı başlarında bulmuşlardı. IMF, ülkeye sağladığı dış kaynaklara karşılık, tasarruf tedbirlerini dayatabiliyor ve takip ediyordu.

Gelelim Avrupa'ya: Senkronize karakterli banka ve ülke borcu krizi için yegane fon arz eden Almanya'dır. Almanya'yı IMF ile karşılaştıramayız. Almanya'nın dış ticareti, temel iki pazarda kümelenir: A) Avrupa ülkelerinin ithalat talepleri B) Çin'in iç tüketimi. IMF, hem sağladığı fonun geri dönüşünü sağlama almak, hem de ülkenin küreselleşen yenidünyada yaratacağı bulaşma etkisinden ari olmak adına sıkı kontrolleriyle, çok iyi bilinir.
Özet olarak, Avrupa'nın sorunlarına bulunan bono alım çözümü fon talep eden ülkelerce ne kadar desteklenirse desteklensin; sadece geçici bir çözümden ibarettir. Süreklilik içermemesi, güvensizlik yaratıyor. Öyleyse, mevcut yapısal sorunlar artarak devam edecekse, kriz de bitmeyecektir. Öylesine garip bir durum ki, Nasrettin Hoca'nın duvarları olmayan evinin kapında asılı koca asma kilit. Bono alımları da, kilit mi kilit ama duvarlar yok bir çözümü hazırlıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar