Tereyağı ve silah

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Bugün canım yazı yazmak istemiyor desem ve de yazmasam hislerimi doğru dile getirmiş ama yanlış hareket etmiş olurum. Onlarca insanın öldüğü, yüzlercesinin yaralandığı olayların üstüne işletmecilik sohbeti yapmanın anlamını kendime anlatamıyorum ki sizlere anlatayım. Diğer taraftan hepimizin işini gücünü unutması, bırakması da herhalde bu melanetin arkasındakilerin istedikleri şey. Ülkemizin sabırla, hukukun üstünlüğü altında gereken tedbirleri almaya devam etmeye ve tek vücut olarak işlerimizi daha iyi yaparak ayakta kaldığımızı göstermeye ihtiyacı var. Başımız sağ olsun.

Ben 1963-1964 yılında 17.5 yaşındayken ODTÜ’ye girdim. Kolej mezunu olmamama rağmen bir şekilde İngilizce sınavını geçerek hazırlık okumadan doğrudan birinci sınıfa kaydımı yaptırdım. Böylece bir yıl kazandım. İlkokula da ikinci sınıftan başlamıştım. Kaydımı yaparken okuma, yazma ve biraz aritmetik bildiğimi fark eden rahmetli Özdemiroğlu ilkokulu müdürü beni elimden tutup okula kayda götüren rahmetli dedeme “Bu çocuğa yazık. Üçüncü sınıftan başlatalım” demiş o da “Daha çok küçük üçüncü sınıfta ezilir” diyerek ikinci sınıfa kaydımı yaptırmıştı. Bir senede oradan kazanmıştım. İlk, orta okullar lise falan derken üniversite zamanı geldi. Ne işletmeciliğin ne olduğundan ne de ekonomi denen çalışma sahasının varlığından haberim vardı. Ama idareci olmak istediğimi biliyordum. Bu nedenle ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’ne (İİF) kaydoldum. O zamanlar merkezi sistemden yarı yapılan ODTÜ giriş sınavında 1.800 kişi arasında 30. olmuştum. Yani istediğim her fakülteye girebilirdim. Ben İİF’yi tercih ettim.

İFF de ilk iki yıl ortaktı. İkinci sınıftan sonra Ekonomi, işletme ve o zamanki adıyla Amme İdaresi bölümlerinden birini tercih etmeniz istenirdi. Birinci sınıfın ortak dersleri kalkülüs, hukuk, sosyal bilimlere giriş, İngilizce ve ekonomi dersleriydi. Ekonomi hocamız da, toprağı bol olsun, Yorgi Demirgil hocaydı. Ders kitabımız Paul Anthony Samuelson’un bilek kalınlığında bir kitabıydı. Hem makro ekonomi hem de mikro ekonomi okuduk. Yani ülke ekonomileri ve işletme ekonomilerini okuduk. Benim kıt İngilizcem yetmediği gibi ilk defa aileden uzak ‘özgür’ yaşamın verdiği cesaret ve dünyayı ve özellikle Türkiye’yi kurtarmak için giriştiğim ders dışı faaliyetlerden dolayı birinci sınıfta üzerinize afiyet sınıfta kaldım. Tahsil hayatımda kazandığım iki senenin biri öylece yandı. Ekonomi dersimizde makro ekonomi çalışırken milli gelir nasıl hesaplanır anlatıldı. O zamanlardan beri aklımdan çıkmayan iki kelime silah ve tereyağı kelimeleridir (guns versus butter).

Kısacası bu kavram ülkenin kıt kaynaklarını silah imalatına mı, yoksa tüketim malları imalatına mı ayıracağının kararını analiz etmekte kullanılan bir kavramdı. Tabir Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kullanılmaktaymış. Bu tabirin en bilinen kullanıcıları Nazi Almanya’sının propaganda nazırı Joseph Goebbels ve bir diğer ünlü Nazi Hermann Göring. Goebbels 1936 kışının başında “Tereyağsız yapabiliriz. Ancak, sulha olan aşkımıza rağmen silahsız yapamayız. Tereyağı ile ateş edemezsiniz. Bunun için silah lazım” derken Göring aynı yıl “Silahlar bizi güçlü kılar. Tereyağı ise şişmanlatır” diyerek ona katılmıştı. Sonrası malum. Ortada ne tereyağı kaldı ne de an azından ABD soğuk savaşı başlatana kadar silah. Bu silah mı tereyağı mı? Sorusu hiç aklımdan çıkmamış ki akademik hayatımda kıt kaynaklara ilişkin kararları irdelerken hep ince dengelere bakmışımdır. İşletmeci ve işletme yönetimi düşünürü olarak çalıştığım her yerde ‘Bir yere aktarılan kaynak acaba en iyi burada mı kullanılır?’ sorusunu hep sordum. Öyle ki sonunda işletme yönetimini “İnsan gücü, mali, fiziki tesis ve alt yapı, enformasyon ve know-how, stratejik işbirlikleri ve ilişkiler kaynaklarının gereklerini hesaplamak, tedarik etmek, dağıtmak ve kullanımını denetlemek” olarak tanımladım.

Ülkelerin kıt kaynaklarını nereye dağıttıkları da yönetim. Öyle görülüyor ki ülke ekonomilerini idare edenler tercihlerini tereyağından çok silah lehine kullanıyorlar. Silaha ayrılan kaynaklar arasından sadece mali kaynaklara bir bakış bunu gösteriyor.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) açıkladığı rapora göre ABD’nin askeri harcamaları 2015 yılında 600 milyar dolar Çin’in harcamaları yüzde 7.4’lük artışla 215 milyar dolara yükseldi. Çin’i yüzde 5.7’lik artış ve 87 milyar dolarla Suudi Arabistan (nüfusu 28 milyon!), onu yüzde 7.5’lik artış ve 66 milyar dolarla Rusya izledi. Türkiye’nin savunma harcamaları 15-20 milyar dolar civarında. Anlaşılan bir sürelik düşüşten sonra son dört-beş yılda başta ABD olmak üzere ilk dört ülke 1 trilyon doları silaha yatırmış. 2003-2010 arası ABD’nin Irak savaşının faturası 758 milyar dolar. ABD 600 milyon dolarlık silahı da ithal ediyor.
Savunma giderleri denilen harcamaların GSMH’ya oranları açısından da ABD başı çekiyor. ABD GSMH’sının yaklaşık %3.6’sını savunma harcamalarına ayırmış. NATO ülkeleri arasında ilk altı sırayı ABD, Yunanistan (%2.38), İngiltere (%2.21), Estonya (%2.16) Polonya (%2) ve Fransa (%1.78) alıyor. Türkiye NATO ülkeleri arasında %1.56 ile yedinci sırada. Savunma sanayiine mal üreten şirketlerin satış rakamları da korkunç. Bu şirketler arasında ilk 6 sırayı ABD’nin şirketleri alıyor. ABD’nin Lockheed Martin şirketinin silah satış geliri 2015 yılında 36.4 milyar dolar. Boeing’in 28 milyar dolar, İngiliz BAE Systems şirketinin silah satışları 25.5 milyar dolar. İlk on silah şirketinin 2015 yılı satışları 200 milyar dolar. Bu kadar paraya ne kadar tereyağı yapılırdı acaba? Merak ediyorsanız bugünkü fiyatlarla 200 milyon ton kadar oluyor.

Tekrar başımız sağ olsun, sağlıcakla kalın.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019