Garaj efsanesi!

Ali Argun KARACABEY
Ali Argun KARACABEY VERİDEN BİLGİYE argunkaracabey@arel.edu.tr

Biz toplum olarak daha düne kadar arabalarımızı sadece sokaklara, kaldırımlara park ederken ve hatta kapalı garaj olgusuyla tanışalı daha bir kaç yıl olmuşken, bugün tüm dünyayı etkisi altına almış bir çok şirketin kuruluş hikayelerinde araba garajlarında kuruldukları özellikle belirtilince anladım ki bizim ülkemizde yenilikçiliğin ve girişimciliğin önündeki en önemli engellerden biri bu: Müstakil evlerimizin, dolayısıyla da içinde şirket kurabileceğimiz garajlarımızın sayısı az!

Sonra bir kuşku belirdi içimde ve gerçekten bu büyük şirketlerin kuruluş hikâyelerinde bir garaj vurgusu var mıydı yoksa ben mi öyle hatırlıyorum diye internette bir arama yaptım. Bulduğum sonuçlardan biri Google hakkında. Wikipedia’da şu cümle yer alıyor: “Bugün kullandığı alan adını 15 Eylül 1997’de etkinleştirdi ve 4 Eylül 1998’de Google şirketi resmen kuruldu. Şirket merkezi arkadaşları Susan Wojcicki’nin Menlo Park, Kaliforniya’da bulunan garajı olarak belirlendi.” Demek ki Google’ın kuruluşunda bir garaj varmış. Bir tek google’da mı? İnternette karşıma çıkan bir diğer kaynakta ise şu cümleyle karşılaştım: “Apple’ı 1976’da evinin garajında kuran, 1985’te şirketten uzaklaştırılan, 1997’de geri dönüp Apple’ı iflastan kurtaran Steve Jobs, geçen yıl pankreas kanserinden öldüğünde Apple dünyanın en değerli şirketi haline gelmişti.” Google ve Apple, gelirleri ve finansal değerleri bir yana, yaptıkları işler nedeniyle çok büyük şirketler. Biri internete bakışımızı diğeri ise teknolojiyi kullanımımızı baştan aşağıya değiştirdi. Bu kadar önemli ve sektöründe çığır aşan şirketlerin başlangıç noktalarının garaj olması insanı kuşkulandırıyor. Biz ne yapacağız diye düşünmekten alıkoyamıyor insan kendini. 

İşin şakası bir yana, yeni girişimlerini hayata geçirebilecekleri bir çatıya sahip olmaları girişimcilerin işlerini çok kolaylaştırıyor. Girişimcilerin karşısındaki en önemli sorunlardan biri ilk yatırımın finansmanına ilişkin sorunlar. Özellikle, üretim tesisi gibi özel bir yatırım gerektirmeyen girişimlerde, en basit haliyle bir çalışma ortamının oluşturulması ve buna bağlı olarak da temel alt yapı yatırımlarının yapılması bile birçok girişimcinin önünde koca bir engel olarak çıkmakta. 

Günümüzde bu sorunu çözebilecek yeni bir alternatifimiz var. Ortak çalışma alanları adını verebileceğimiz bu işletmeler, sadece yeni girişimlere değil, ofis, sekreter gibi temel faaliyetle doğrudan ilgisi olmayan ancak seyrek bile olsa ihtiyaç hissedilen hizmetlere yatırım yapmak istemeyen şirketlere de önemli bir olanak sağlıyor. Aslında tamamen paylaşılabilir hizmetlere ilişkin maliyetlerin düşürülebilmesi mantığıyla ortaya çıkan ortak çalışma alanları günümüzde daha farklı avantajlar da sağlıyor. 

Her şeyden önce ortak çalışma alanları farklı veya benzer sektörlerdeki girişimcilerin birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayarak, ortak ofisin ötesinde bir öğrenme alanı olmaya başladı. Ülkemizde henüz yeni olan bu iş alanının azımsanmayacak bir büyüme hızına ve potansiyeline sahip olduğunu söylemek olanaklı. Çok kısa bir zaman diliminde bu sektörde önemli gelişmelerin yaşanacağını tahmin etmek için falcı olmaya da gerek yok. Gelişim potansiyeli ve sağlayacağı avantajlar nedeniyle gözümüzün üstünde olması gerektiğine inandığım bu sektöre ilişkin ülkemizdeki uygulama örneklerini sonraki yazılarımda ele alacağım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Abone 13 Mayıs 2019
Paylaşım ekonomisi 29 Nisan 2019
Eğitimde değişim 18 Mart 2019
Sistem bozucular 21 Ocak 2019
Dijitalleşme, ama nasıl? 31 Aralık 2018
Dalgalar ve Atatürk 21 Mayıs 2018